Alzheimer… Hastalığın en yakın şahidinin dilinden…


5 dakika


Alzheimer

Bir hastalık düşünün. UNUTUYORSUNUZ!!! Ama her şeyi. 

İlknur “21 Eylül Alzheimer günü, yazmak ister misin?” dedi önce, çünkü yaşadıklarımı biliyor. Sonra “bu seni üzerse yazma” dedi ama bu konuda çok sözüm vardı üzse de yazmalıydım. 

Annemi anlatacağım size. Belli ki çok duygusal, belki biraz acıklı, zor bir yazı olacak bu benim için. Ama hem bu hastalığı anlatmak hem de annemi yaşatmak istiyorum onu anarak, kalıcı bir şekilde bir yazıda geçmesini sağlayarak.

Annem bu dünyada görüp görebileceğiniz en iyi insanlardan biriydi.

Tanıyanlar da eminim onaylayacaklardır bu cümlemi. O bu dünyadan olmayan yeryüzüne düşmüş bir melekti. Kimse için kötülük düşünmez, kimsenin canını acıtacak cümleler kurmaz, hep iyi şeyler düşünür, güzel hayaller kurardı. Şiirler okur, yazar, kadife gibi sesiyle şarkılar söylerdi. Hep gülümserdi, gözlerindeki buluttan anlardınız sadece iyi bakarsanız ne kadar yaralı olduğunu. Eline geçirdiği her kitabı okur, zehir gibi aklıyla bulmacaları hızla tüketirdi. Herkese yardım eder, hastalara el uzatır, arkadaşımın bebeğini sallar, sıcacık nezaketiyle insanı büyülerdi. Kızımı büyüttü, benden bizden, o eski muhacir evi bahçesinden geçen tüm çocuklardan sonra. El emeği göz nuru çeyizler yaptı kızlara, dikişler dikti. Aldı, yaptı, üretti, giydirdi, doyurdu, sevdi çok sevdi herkesi.

Sonra bir gün fark ettim ki annemin yaşam sevinci gitmişti gözlerinden, bakışları matlaşmaya başlamıştı. O gözleriyle gülen annem artık gülmez hatta konuşmaz olmuştu. Kaşları çatıldı önce. Etrafıyla ilgilenmez oldu, sanırım depresyon bu dedim ve iki yıl süren psikiyatri tedavisi başlamış oldu. İstedim ki gülsün eskisi gibi, sesi şakısın konuşurken. Ama bilmiyordum o zamanlar sonraları bunu hepten kaybedeceğimi. 

Sonra görme ya da denge kaybı olduğunu düşünmeye başladım. Çay içtiği bardağı sehpanın kenarına düştü düşecek şekilde koyuyordu, bazen evin içinde duvarları köşeleri dönerken tökezliyordu. Aldım göz muayenesine götürdüm, gene hiçbir şey yoktu. 

Sonra zaman içinde mrlar, tomografiler çekildi.

Vitamin takviyeleri yapıldı. Ama bir türlü eski neşesine dönmüyor her gün kötüye gidiyordu. Bir gün psikiyatri doktorumuz artık bunun depresyon değil demans olduğunu söyledi ve nöroloji hekimine yönlendirdi. Bir umut “hayır Alzheimer değil” cevabını duyarız diye gittiğimiz konusunda en iyi profesör duymayı istediğim cevabı bana vermedi. Evet annem artık Alzheimer teşhisini aldı. Daha doğrusu beynin dejeneratif hastalığı. Yani beyni küçülüyordu, küçülürken unutacaktı her şeyi, beyni vücuduna hükmedemez duruma gelecekti.

Ve bu teşhis konulduğunda annem henüz elli sekiz yaşındaydı sadece. O kadar gençti ki. Ailesinde yoktu, çok uzun yıllar yaşayan aile büyükleri zehir gibi hafızalarıyla göçüp gitmişti bu dünyadan. Annem sürekli araştıran, öğrenen bir kadındı, sürekli okurdu. Beynini sürekli çalıştırırdı. Demek ki bununla da bir ilgisi yoktu. Peki neden bu denli erken yakalanmıştı? Peki neden benim annem yakalanmıştı? Peki bu adalet miydi? Neden annemin başına bu gelmişti?

Önce anlamıyorsunuz ne olduğunu, uğraşmaya başlıyorsunuz. Çözüm yolları arıyorsunuz deliler gibi. Her kapıyı çalıyorsunuz. Okuyorsunuz önünüze gelen her şeyi, konuşuyorsunuz insanlarla. Herkesin öyküsü o kadar başka ki işin içinden çıkamıyorsunuz. Sonra deliler gibi inkar ediyorsunuz. Bu benim başıma gelmiş olamaz diyorsunuz. “Bu benim gül yüzlü, benim melek anneme olmuş olamaz” diyorsunuz. İsyan ediyorsunuz, öfkeleniyorsunuz ama kime, neye olduğu belli değil. Sonra kabullenme dönemi başlıyor için için ağlayarak. Hastalık evet hasta olanı fiziksel olarak yıkıyor ama izleyici olarak hastanın yanında duran tükenmeye başlıyor işte tam bu dönemde.

Sonra günden güne söyleyeceği cümlenin devamı gelmemeye başladı.

Söylediği şarkılar yarım kalmaya başladı, hatırlayamıyordu. Söylediği şarkıyı açıyordum telefondan beraberce dinliyor söylüyorduk. Sonra konuşma hızı da yavaşladığı için notaları kaçırdığında söyleyemiyorum diye üzülmeye başlıyordu canım annem. Bazen sesini kaydeder dinletirdim, “ne bet söylemişim” diyor beğenmiyordu o bülbül sesini. Vazgeçiyordu ben vazgeçmesin diye çabalıyor, zorluyordum onu. Ah annem güzel annem. Saatlerce konuşurduk eskileri anlatırdım, hatırlardı bazen o da anlatırdı. Anılar siliniyordu halbuki ve aynı zamanda konuşmayı da unutuyordu. Ama olsundu bana hala “güzel gözlü kızım benim” diyebiliyordu. 

Yavaş yavaş kendi soyunup giyinememeye, kaşığını ağzına götürürken üzerine dökmeye başlamıştı artık, bütün bunları yaparken zorlandığı için kendine kızıyordu, yapamadığı için yaşlar dökülüyordu o güzelim gözlerinden. Alıp gezdiriyordum, yeni ciciler alıyordum ona. Kuaföre gidip saçlarını kestiriyor eve gelip kendim boyuyordum. Aynaya bakınca güzel hissetsin kendini yeterdi. “Güzel oldum ben şimdi, dimi?” diye sorardı sevinçli sesiyle. Deniz kenarına giderdik, gün batımlarını izlerdik beraber. O kadar aşıktı ki doğaya. Benim gün batımı ve deniz izleme tutkum da ondan sanırım. Yüzüme denizden vuran her rüzgar annemi getiriyor bana sanki.

Sonraları yürümesi yavaşladı, gitgide ayaklarını sürümeye, takılmaya hatta düşmeye başladı. Çünkü artık yürümeyi de unutuyordu. Tekerlekli sandalye girdi evimizin içine. Artık annem kuşlarından, çiçeklerinden, ağaçlarından uzaklaşmıştı biraz daha. Olsun kucağına uzanırdım, saçlarımı okşardı. Mırıl mırıl söyledikleri artık çok anlaşılmıyordu ama ben “bebeğim benim” dediğini hayal ediyordum hep.

Sonraları daha fena, artık tamamen yatağa bağımlı hale gelmişti. Lokma lokma ağzına besliyorduk artık bir bebek gibi. Artık o benim bebeğimdi. Ve bu dönemde onu biraz daha rahat ettirebilmek için çözüm arayışları başlamıştı yeniden. O yatağında rahatça yatsın da bizi tanıyamasa da olurdu.

Sonra bir gün teşhisinin üzerinden yıllar geçmiş olduğu bir gün artık yutmayı unuttuğunu da küçücük bir yudumun soluk borusuna kaçmasıyla anlamış olduk.

Ve artık bizim için tamamen seyirci olacağımız o kötü o korkunç çaresizlik dönemi başlamıştı. Artık kapalı kapıların ardında çırılçıplak her yerinde birtakım hortumların olduğu yoğun bakım dönemi. Bir de üstüne sağlıkçı olduğum halde elimden hiçbir şey gelmemesi nasıl tüketiciydi anlatamam. Artık ağızdan beslenmemesi gerekiyordu, burundan nazogastrik sondayla beslenmeye başlandı, biraz düzelince yoğun bakımda cerrahlar midesine tüp taktılar artık pegden beslenmeye başladı. Durumu biraz düzeldi diye 1. Basamak yoğun bakıma çıkartıldığında çok sevinmiştim, oysa bunun devamının geleceğini bilmeme rağmen. Birkaç gün sonra gayet iyiyken mideden yukarı kaçan bir damla önce solunumunun sonra kalbinin durmasına sebep olmuştu, vizit yapmaya gelen yoğun bakım doktoru orada olup hemen müdahale etmese, entübe etmese yani solunum cihazına bağlamasa yoğun bakıma girdiği 3. hafta gidecekti cennetine. Ama vazgeçmiyorsunuz. Sonra tekrar üçüncü basamağa girdi, uzun günler boyu ordaydı artık ağustos sonundan martın sekizine kadar iki hastane yoğun bakım ünitelerinde bekleyişlerle geçti bizler için.

Çok zordu.

Beni “annenizin durumu kötüleşti” diyerek aradığında yoğun bakım hemşiresi yolun sonuna geldiğimizi biliyordum ama inanmayarak nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Sonra yeniden canlandırma işlemi sırasında verilen ilaçlar yüzünden kalp atışını gördüğümde döndürdüler sanmıştım, deliler gibi sevinmiştim. Ama bir taraftan da çektikleri yüzünden artık gitmesini istiyordum “annecim hepimiz iyiyiz bizi merak etme, nolur git artık” diye ağlıyordum. Hastanenin yöneticilerinden birisi olduğum için hemşireler hiçbir şey söyleyemediler bana, anneme sarıldım, öptüm, kokladım. Sıcacıktı, gitmiş olamazdı. Doktor gelip bana anlattı uzun uzun, artık gittiğini anladım ama çok zor oldu bu. Annem Dünya Kadınlar Günü’nde güçlü, savaşan, emekçi bir kadın olarak son savaşını verdi ve gitti.

Çok zor bir hastalık Alzheimer. 

İnkar, kabulleniş, mücadele ve çaresizlik hasta yakınları için hastalığın evreleri. 

Önlemek mümkün mü? Bence değil. Hekim değilim ama yaşayanım, şahidim. Benim size tavsiyem hayatı dolu dolu yaşayın, spor yapın. Kemiklerinizi ve kaslarınızı sağlıklı tutun. Hastalığın ilerleyen sürecinde ayakta dengenizi sağlayabilmek için güçlü olmanızı sağlayacak. Yeni şeyler öğrenin. Mesela yeni bir dil, yeni bir dans. Artık besinler bozulduğu için belki vitamin mineral takviyesi gerekebilir. Mutlu olun. Gülün. İyi dostlar biriktirin mutlaka. Ve mutlaka kıyıda köşede paranız olsun, çünkü süreç uzun ve masraflı. Ve eğer ebeveynlerinizden biri Alzheimer hastası oldu ise diğerinin olma ihtimali de maalesef yüksek. Şu an annemin gidişinin ardından babamın durumu demansa doğru döndü maalesef. 

Alzheimer hastanız varsa; çok fazla aynı durumda olan insanla konuşmayın, sizi korkutacaktır. Mümkün olduğu kadar çok zaman geçirin onunla. Veda etmek için uzun bir vaktiniz var, bol bol konuşun, gezin, eğlenceli zaman geçirmeye çalışın. Unutmayın hastalık yoktur hasta vardır der tababet bilimi, yani her hasta ayrıdır. Sizin hastanızla benim hastam aynı geçirmiyordur süreçleri. O yüzden dinlemeyin size başkalarının söylediğini. Sadece takip eden hekiminiz. Çok sık doktor değiştirmeyin. 

Hastalık dediğim gibi çok zor, hasta için de yakınları için de. Unutuyorsunuz, düşünsenize. Çocuğunuzun ismini, çok sevdiğiniz şarkının sözlerini, ezbere okuduğunuz duaları, yürümeyi, parmaklarınızı kullanmayı, en son yutmayı ve hatta nefes almayı. 


Like it? Share with your friends!

Figen DEMİRTAŞ
Sayılardan ve ünvanlarından sıyrılmış bir emekçi. Hayatın her daim öğrencisi. Kadın, anne ve yazmaya sevdalı bir hayalperest.

3 Comments

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Çok duygu dolu ve doğal olarak da çok acıklı. Okurken yaşadım. ❤️?

Comments

comments

Powered by Facebook Comments