Merhaba,
Vedaların o huzursuz hüznüne inat, yeni başlangıçların tatlı telaşını yaşıyorum sizlerle. Bu ekibin en yeni üyesi olarak, güzelliklere birikerek paylaşacağımızı umut ediyorum.
Aygen Tuna
Yazmak; bir şeyleri kanıksatmak değil, yüreğinin en derinindekilerini su yüzüne çıkarmaktır. Tesadüfen başladığım yazma maceram, yaşadığım yıllarla kıyaslanırsa henüz çok yeni. Dayatılan tek tip güzellik kavramından, herkes gibi yaşayanın ve düşünenin bu’dur dendiği anlayıştan farklı düşündüğümü hissettiğim bir dönemde başladım yazmaya. Oğlumun adını kendime soyadı yaparak, Aygen Tuna ismiyle haftalık yazılar yazarken yerel bir internet haber sitesine, en çok okurlarla aramdaki bağı sevdim. En saf halimle yüreğimi açtığım o aslında hiç tanımadığım insanların, yazdıklarımdan kendilerini bulmalarını sevdim. Kendilerinden bir şeyler bulmaları güzeldi evet. Ancak daha güzel olan bir şey vardı: farklılıklar.
Farklılıklar ve Defo
Kendisiyle aynı olanı, benzer şeyler yaşayanı anlar ve kabul eder insan. Ancak farklıysa ya da ayrı düşünüyorsa karşısındaki, önce bir durur. Orada beyin hemen iki ayrı yöne oklarını çıkarır; kabul ediş veya reddediş. Birincisi olgunluktan, öteki de egodan. En fenası da kabul ettiğini reddetmiş, reddettiğini kabul etmiş gibi gözükenler. O da başka bir yazının konusu olsun.
Neden reddediyoruz? Bizden farklıyı reddediyoruz, kendi farklılık ve defolarımızı reddediyoruz. Sürekli reddederek yaşanır mı? Neden kaçıyoruz? Kamuflaj için kuşatılmış zırhlarıyla, baktığımız her yüz birbirine benziyor artık. Estetik doktorlarının ellerine sağlık. Lakin baktığımız dedim, gördüğümüz değil. Çünkü bazılarımızın onlara bakınca gördüğü şey, onların görülmesini istediğinden çok farklı.
Yaklaşık iki yıl kadar önce ilk yazdığım yazı geldi aklıma. “Terliklerimle Gelsem Sana.” Daha sonra da bir derginin öykü yarışması için kaleme aldığım “Potin Satarım.” Tıpta halluks valgus diye geçen, ayak baş parmak yanındaki kemik çıkıntısından ötürü gördüğüm en güzel ayaklara sahip değilim belki. Ama bu, “Kırmızı İskarpinler” öyküsünü yazmama engel olamayacak hiçbir zaman. Ne ise o.
Zekasını çok beğendiğim, kendisine terzi yamağı unvanını veren Barbaros Şansal’ın bir söyleşideki sözleriyle noktalıyorum buradaki ilk yazımı:
“Kamburlarınızı zımparalayarak onlardan kurtulmaya çalışmayın. Çünkü onlar hiçbir zaman zımparalanarak küçülmüyorlar. Matlaşıyorlar. Hepimizin engeli dediğimiz şeyler aslında bizim özelliklerimiz. Onları lütfen cilalayın. Lütfen onları silaha çevirin. Çünkü devenin kamburu olmazsa çölü geçemiyor. O farklılık ve çeşitliliğimiz; bizim zenginlik ve bereketimiz.“
Önerilen -> Mış Gibi | Ezginin Günlüğü – Eksik Bir Şey
0 Comments