Başlamak ama nereden?
Yapmayın, yeter! Depremi magazin malzemesi haline getirmeyin!
Beni tanıyanlar az çok bilir.. Ağzımdan çıkacak her bir kelime benim için çok önemlidir. Kimsenin kalbi kırılsın da istemem, hiçbir zaman yanlış anlaşılmak da..
Kimi zaman son derece yufka yürekli, damarıma basıldığı zaman da “kessen kanı akmaz, sarı damarlı bir göçmen kızı”
Şimdi olduğu gibi, öyle dümdüz..
Bu yazıyı kaleme alıp almamak hakkında çok kararsız kaldım. Ama kendimi o insanların yerine koyunca üzüntümün yanına bir de öfke birikiyor. Yapmayın.
Evet, Artık yeter, yapmayın demek için yazıyorum bu yazıyı. YAPMAYIN!

Bu fotoğraf size çok anlamsız gelebilir. Pixeli kalitesi son derece düşük bir fotoğraf, 2013 yılında kendim çektim. Burası Kocaeli Fuarı içinde yer alan Korku Tüneli’nin girişi. Saat 03:02’yi gösteriyor. Yani 17 Ağustos 99 Felaketi için o orada..
Memleketim insanları bunu bilebilir, ama özellikle “korku tüneli” kapısında olması bambaşka manalara götürüyor insanı.
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi.
Merkez üssü Gölcük Kavaklı olan o depremde, ben İzmit’teydim. Ayaktaydım. Ve her saniyesini bir fiil, an be an yaşadım. O gün, o zamanlar elime kal geldi. Çok teşvik edildim ama yazamadım. “Lafazanlığını yapmak” geldi. “Ağırıma gitti” yazamadım. İlk ve tek; tam 12 sene sonra, Saat 03:02’ye yaklaşırken aşağıdaki cümleleri karalayabildim gözyaşlarıyla..
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yere doğru gidiyor zaman… Acı hala sıcak, taze, içi kanıyor ruhumun.. Lafazanlığını yapamayacak kadar titriyor ellerim.. Tarifi imkansız hislerimin.. Susarak atılan çığlıklarımı, kalbim düşünmeye korkuyor.. Sukutla karışık bir hüzün bastı dört bir yanı ya Rab.. Unutmuyorum, unutamıyorum, unutmak kelimesi yok lafzımda, Ne olur sende unutma.. Değil 12 sene, bir ömür geçse; nasıl geçer o 45 saniye..
17.08.2011 – 02:55 Kavaklı Gölcük Kocaeli
Aslında her daim aklımda, her sene o alanda, o törene gelen insanların eksilmişliğini gördükçe artık yazacağım diyorum ama, acıyı tam olarak ne anlatır, çözümü, umudu; kelimeler gerçekten kifayetsiz kalıyor..
Anlatabileceğim çok şey var. Anlatıp gönlümden dökülsün istediğim. Ama bu sefer de olmayacak sanırım. Zira bu seferin konusu bizim başımızdan geçen değil, son yaşadığımız Seferihisar, İzmir Depremi…
Medya Magazin Açlığı
Allahtan o zaman internet bu kadar ucuz ve ulaşılabilir değil, yine Allah’tan cep telefonları tek satırlı, kocaman antenli ve herkesin elinde olan oyuncaklardan değildi.
Tüm kınamaları, tüm bayram ve cuma günü tebriklerini; sosyal medya üzerinden yapan, davranış abidesi! yeni nesil medyacı olan yurdum insanı, ne malzeme yaptığı insanları, ne de o magazin malzemesi haline gelen insanları görüp de acıları katlanarak kanayan insanları düşünmez oldular.
Bu kadar mı çirkinleştik artık biz. Yapmayın yeter yapmayın.
Siz hiç bu hale düştünüz mü?”

Allah yaşıyorsa uzun sağlıklı ömürler versin, öldüyse de gani gani rahmet eylesin.
Sizin yakınlarınız ölmüş, haber alamadıklarınız var, su yok, elektrik, ekmek yok. Her yer afet yeri, toz duman.. Elinize ekmek veren oldu mu hiç?. Benim oldu. Bu kentin insanlarına oldu. Emin olun öyle bir acıyı şu an bile iliklerime kadar hissederken, umarım siz yaşamazsınız..
Siz Hiç Enkaz Kazdınız mı Ellerinizle?

Evet, böyle bir binadan, odaları nerdedir, hangi tül onlarındı, bu ev terliği onların olması lazım. Susuz, araçsız, kazma küreksiz, ellerinizle böyle enkazları 3 gün 4 gün kazıp sevdiklerinize ulaşmaya çalıştınız mı?
Ağırlık yapıyorsun diye betonların üzerinde gezenlerle kavga ettiniz mi?
Ben yaptım, bu kentin çocukları yaptı..
Üzerinden o kadar zaman geçmesine rağmen, o anların hiç biri silinmedi. Silinmesin de zaten. Silinmesini beklemiyorum. Sesler, çığlıklar, uğultular, gürültüler, kokular..
Ben her 17 Ağustos 03:02 de merkez üssü Kavaklı’da oldum. Ömrüm ve sağlığım elverirse de olmaya devam edeceğim. Her yıl sayı o kadar azalıyor ki burada.. Tahmin bile edemezsiniz.. Yakınlarım bile anlam veremiyor; “Gitmesen anmayacak mısın? Bizde evde anıyoruz, Çocukları üşüteceksin, O kadar kilometreyi bunun için mi geldin?”
Ey telefonu elinde “kuş kondurduğunu! zanneden” yurdum insanı..
Hadi her şeyi “mübarek edip” her cumayı “kutluyorsunuz”. Ama o insanların acısına saygı duyun. İşini magazine çevirmiş, acıdan beslenen medya organlarının haberlerini “umut” diye sizde paylaşmayın. Paylaşacaksanız duayla, yardımla, yanlarında olarak paylaşın kederi..
O insancıklar sokakta, soğuk, pandemi var, enkazdan ne halde çıkacakları belli değil, acıktılar, tuvalet ihtiyaçları geldi. Hadi medyacılar raiting peşinde siz de ekmeklerine yağ sürmeyin. Yapmayın. O enkazdaki siz olsaydınız, evladınız, sevdiğiniz olsaydı. Dışarıda bekleyen; bizim gibi elleriyle kurtarmaya çalışan siz olsaydınız ve sizin başınızda bir sürü kamera anında her şeklinizle “servis” edilseydiniz hoşunuza gider miydi? Gerçekten yapmayın.
Ey haber hakkını bambaşka şekillere çevirmiş medya organları..
İşini layıkıyla yapan habercilere elbette ki saygım sonsuz. Onlar olmasa gerçekten haberimiz olmayacak. Onları konunun dışında tutarak, ve kendilerine sonsuz derece destek vererek; işin şov kısmıyla ilgilenen diğer medya çalışanları. Ne olur siz de yapmayın. Bu iş raiting meselesi değil. Bu felaket, bu afet.. İnsanların acılarından çıkan ekmek kansız olmaz. Yapmayın.
Bu acıyı yaşamış tüm insanların hislerini, iliklerimizde yaşayan evlatlar olarak her daim yanınızda, destekçiniz olacağımızdan şüpheniz olmasın.
Yardıma ihtiyacı olanında, yardım edeninde, görevi her ne ise layıkıyla yapanında Allah yardımcısı olsun.
İnsan kalabilmek dileğiyle..
Saygılarımla.
5
4.5