Hayata dair duvarlarımızın bizi dışarıya ve kendimize dair koruyup; ihtiyacını duyduğumuz cesaretin, gücün kalkanı olması. Bir sorgulayış öyküsü
Evrenin tüm serzenişlerine rağmen içimdeki çığlıkları bastırıp bu derme çatma yoldan geçerek hayatımı arkamda bırakacağım umuduyla terk ediyordum kimliğimi. Hakikatte ne olduğunu bilmeden, rüzgardan devrilmeye ramak kalmış bu silik yazılarıyla asel kafesine usulca sokulup, cam kenarında her zamanki yerimi arayan gözlerle baktığımda, garsonla göz göze geldiğimiz anda boş olduğunu anlayıp sırt çantamla birlikte içimdeki tüm yükü; saygıdeğer sevgili boş sandalyeme emanet edip oturuyordum. Garsonun istediğim papatya çayını getirmesiyle biraz daha kendime gelip sakinleşmeye çalışıyordum.
***
Neden? Neden bu koku geçmiyor üstümden, neden gözlerimi her kapattığımda o an geliyor aklıma? Ne korkunç felaket bir gündü böyle. Hala titreyişlerim geçmiyor, ellerimin soğukluğunu vücudum hissetmek istemiyordu.
Halbuki ondaki tuhaflığı herkesten önce sezmiştim. Buraya onunla son kez geldiğimiz zaman etrafına tuzağa düşürülmüş gibi davranıyor. Tüm bakışlar onun üzerindeymiş gibi sandalyede küçücük çocuk misali mahzunlaşıp iki büklüm oturuyordu. O kalabalık çok fazlaydı Ozan için. Çünkü benim göremediğim hakikatin anlaşılmasından korkup bundan dolayı saldırganlığa geçiyordu.
İnsan bazen öyle bencil olurmuş ki kendi acısının ağırlığı ile hiçbir acıyı kıyaslayamayıp, etrafındaki tüm şerlere sağır ve kör olurmuş. Bunca zaman nasıl olurda fark edemedim onu ve çaresizliğini. Çürümüş et kokusu ile mi anlayacaktım seni ve hislerini. Ah canım Ozan‘ım senin bu denli kim bilir ne derdin vardı da insanlar gülüp geçince kendini bir urganın sıcaklığına teslim ettin. Hem de annene tatile gidiyorum deyip çatı katında sarmaşık olarak umduğun urganına sarılarak veda ettin bize. Bir hafta, koca bir hafta senin yokluğunu kimse hissetmedi sende sezdirmedin yavaş yavaş yok olurken. Son bir çığlık kokun bizi çağırdı yanına, toprağa kavuşma umudunla.
Tabii bunlar benim görebildiklerimdi. Sen o acıları çekerken her hücrenin, umudunda avuç avuç yok olurken ben ya uyuyordum ya da işlerimin bizim için kötü gitmemesi için çabalıyordum senin kötüye gittiğini fark etmeden.
Ne fena esiyor rüzgar. Dört duvarla sarılı bir yerde bile ürkütmeye yetiyor insanı. Halbuki kapalı korunaklı bir yerdeyim. Sadece sesi rahatsız edebilir beni, hala hayattayım. Hayat da böyle değil mi? Sert, soğuk, ürkütücü, acımasız… Kendi duvarı olan biri için bir sesten ibaret, boş bir meydanda açık bir hedef için ise tam bir isabet.
-Garson Hesap lütfen?
0 Comments