Tango
“Tango tabii ki tartışılabilir ve onun üzerinde sürekli tartışıyoruz, ancak yine de doğru olan her şey gibi tango tam bir sır içeriyor.”
Jorge Luis Borges
Arjantinli yazar ve şair, 1899-1986
Tangoyu izlememiş ya da hakkında az-çok bilgisi olmayanımız yoktur. Görsel bir şov olduğu kadar inanılmaz bir anlam derinliği olan bir sanat olarak ele almamız gerektiğini, gerçek bir tango dansçısı ile sohbet edene kadar inanın ben de bilmiyordum. Evet izlemekten çok zevk aldığım bir danstı ama şuan bunu bir dans felsefesi olarak düşünüyorum.
Tangonun Kökeni
Hakkında belgeli bir tarih bulunmuyor, bu nedenle öznelliğe çok açık. Tarihçiler ve bilim adamları, tangonun doğuşunu, evrimini, müziğini ve şarkı sözlerini çevreleyen tarihsel arka planı incelemek için yıllarını harcamışlar şimdiye dek. Kelimenin kökeni bile muamma aslında. Elbette bir çok teori var…
Latince de, tango kelimesi ‘tangir‘ kelimesinden geliyor ve ‘enstrüman çalıyorum‘ anlamı içeriyor.
Afrika dillerinde ise, ‘tango‘, ‘davul müziği eşliğinde dans eden siyahların toplanması‘ anlamına geldiği söyleniyor. Aynı zamanda Afrika kökenli davulların kendisine verdiği isim.
Geçmişte Kongo, Gine Körfezi ve Güney Sudan‘dan Arjantin’e getirilen köleler için ise; ‘kapalı alan‘ veya ‘girmek için izne ihtiyaç duyulan özel alan‘ anlamına geliyordu. Aynı zamanda Afrika’da ve Amerika’da siyah kölelerin tutulduğu yeri tanımlamak için kullanılan köle tüccarları kelimesiydi.
Tam kökenine bakılmaksızın, dansın ilk günlerinde ‘tango’ kelimesi büyük olasılıkla ‘insanların dans etmek için toplandığı kapalı bir alan‘ olarak günümüze kadar geldi.
Füzyon
Füzyon kelimesini çok severim, kelime göründüğünden daha kuvvetli bir içeriğe sahiptir bana göre. Bu kelimeyi “Füzyon Mutfağı” tanımı ile kullanımıma kattım. Kabaca “farklı detayların birleştirilerek ve birbirine yakıştırılarak ortaya bambaşka ve yeni bir lezzetin ortaya çıkarılması” olarak tanımlanır bu mutfak. Örneğin Güney Amerika’da yenilen bir etin Japon mutfağı pişirim teknikleri ile pişirilerek ünlü Fransız soslarından biri ile lezzetlendirilip, Hint baharatları ile Nirvana’ya ulaşması gibi…
Tango da benim için bir füzyondur. Afrika, İspanya, İtalya, İngiltere, Fransa, Polonya ve Rusya bizim bildiklerimiz.
1800’lerin sonlarında ve 1900’lerin başlarında, Arjantin büyük göç dalgaları yaşadı. Çoğu, daha iyi bir hayat uman bekar erkeklerdi. Yeterince para kazanabileceklerini ve sonra aileleriyle yeniden bir araya gelebileceklerini düşündüler. Çoğu erkek için, bu imkansız oldu. Böyle bir ruh durumunda ve ortamında tango, rahatlık, tutku, ihtiras ve geride bıraktıklarına duydukları yoğun özlemi ifade etme ihtiyaçlarından doğdu. Yoğun duygu ve acı hissi hakimdi önceleri.
… rahatlık, tutku, ihtiras ve geride bıraktıklarına duydukları yoğun özlemi ifade etme ihtiyaçlarından doğdu.
Milliyeti Olmayan Dans..
Göçmenlerin yerli Arjantinlilerle bu karışımı, Küba’dan polka, vals, mazurka, habanera ve Afrika’dan kandombe ritimlerinin karışmaya başladığı kültürel bir eritme potası ile sonuçlandı. Tango büyük olasılıkla Afrika-Arjantin dans mekanlarında doğdu ve daha sonra diğer mekanlara tanıtıldı dans edilen barlar, dans salonları ve genelevlerin vazgeçilmez gösterileri oldu.
Bu arada Uruguay’da, tangonun babası olduğunu iddia etti. Uruguay tangosunun basitçe Arjantin tangosunun bir varyasyonu gibi görünmesine rağmen bunun tam tersini de düşünmemiz için ciddi nedenler var. Ancak, en ünlü ve tanınmış tango şarkılarından biri olan La Cumparsita’nın, 1919’da Uruguay’ın başkenti Montevideo’da Gerardo Matos Rodriguez tarafından yazılmış olması bu tezi doğrular yönde.
Tarihsel süreç içinde, jet sosyete başlangıçta tangoya tepeden baksa da, Buenos Aires’teki genç nesil sonunda onu benimser. 20. yüzyılın başlarında tango kendini Buenos Aires’te yapılandırdı ve ulusal olarak ve daha sonra uzaklara Uruguay’ın başkenti Montevideo’ya yayılmaya başladı.
1900’lerin başında, Arjantinli yeni nesil, tangoyu Paris’e taşıdı. 1913’te tango Londra, Berlin, New York ve Finlandiya’da olduğu gibi orada da bir fenomen haline geldi. Seçkinler bunu gururla kabul etmeye başladılar.
Tango 1920’ler ve 1930’lar boyunca dünya çapında yayılmaya devam etti.
Bu dans filmlerde göründü ve tango şarkıcıları dünyayı dolaşmaya başladı. 1930’lar Arjantin’de ‘Altın Çağ’ olarak anılır. Ülke, Güney Amerika’nın en zengin ülkelerinden biri haline geldi, sanat gelişti ve tango, Arjantin kültürünün temel bir ifadesi haline geldi. O döneme ait tüm filmler neredeyse tango arka planında gerçekleşir gibiydi.
1950’lerde, siyasi baskılar sırasında, tango, sözleri siyasi görüşleri yansıtmaya başladığından, büyük dans toplantılarının yasaklanması söz konusu oldu. Hem dansı hem de müziği ile isyankar olarak algılanıyordu. Ciddi bir siyasi simge haline döndü.
Tango’nun yeraltında, siyasi arena da yer alması, rock’n roll’un popülaritesi ile birleşince Arjantin’de bu dans, uyku dönemine girdi ve dar bir alana sıkıştı.
Bu dönemde Japonya gibi uluslar sanatçı sponsorlukları sayesinde tangoyu yaşatmaya devam ettiler. 1980’lerin ortalarında Paris’teki uykusundan, büyük ölçüde dünyayı gezmeye devam eden ‘Tango Arjantin’ gösterilerinin doğuşuyla, eskiden olduğu gibi tüm saygınlığı ile tamamen geri getirildi.
2009’da tango, Birleşmiş Milletler, Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından dünyanın Somut olmayan kültürel mirası’nın bir parçası ilan edildi ve insanlık için koruma altına alınmaya değer gelenekler kapsamına girdi. (1)
Tango herkese aittir.” sloganı ile bilinen Arjantinli ünlü tango dansçısı Carlos Gavito duygularını şöyle ifade etmiş: “Arjantinli değilseniz tango yapamazsınız diyenler çok yanılıyor. Tango bir göçmen müziği, yani bir milliyeti yok. Geçerli olan tek şey hissetmek.”
Geçmişte bir yazımda tango ile ilgili bir bölüm kaleme almıştım, bu dansın duygusal kuvvetini gördükten hemen sonra yazdığım için önemsiyorum. Sadece tutkulu, kırmızı elbiseli, yüksek topuklu, alev rengi rujunu sürmüş topuz saçları ile güzel ve alımlı kadınların dansı ya da yakışıklı, partnerine hakimiyeti ile göz alıcı erkeklerin ritmi değildi bahsettiğim.
Dansın felsefesi danstan daha etkiliydi.
Her hareketin gündelik yaşamımızda karşılığı vardı. Dans hareketlerini, adımları, mimikleri ve hamleleri bu çerçevede düşündüğümde yaşama dair çok ipucu verdiğini fark ettim.
Kadın, nerede durmak istediğini, nereye gitmek istediğini bilen bir partnerle dans ettiği zaman, erkekte olan bu sağlam duruş kadına da yansıyacak ve dansın en başından karşılıklı güven oluşacaktır. Erkek bu özgüveni abartarak kibirli, kaba ya da samimiyetsiz tavırlar sergilememelidir. Sergilediği an bu gizemli RİTM bozulur. Erkeğe duyulan güven kadının tüm dans boyunca gözleri kapalı bile ona güvenebilmesini sağlayacaktır. Aslında kurgu hep ele geçirmeye çalışmak, erkeğin kadını elde etmek istediği için kurduğu tuzakla savaşmak üzeredir. Erkek tuzak kurar, kadın temkinli bir şekilde bu tuzaktan kurtulur. Ta ki aralarındaki güven oluşana dek bu savaş sabırla ve tutku ile devam eder. ”
ASLINDA HAYAT DANSIN TA KENDİSİDİR…
5
4.5