Fotoğraf çekmecesi diye başladım ama, gerçekte bir çekmecemin artık olmadığını itiraf etmeliyim. ??
Bugün için, aslında bambaşka bir yazı kaleme alacaktım. Tam da havaların bunaltıcı haline uygun, serinletecek kıvamda bir yazı. Ve onun içinde, daha önce çekmiş olduğum fotoğraflara ihtiyacım vardı…
Bir zamanlar sergi açmak gibi bir hayalim vardı. Üstelik bunun için eğitim bile almışlığım var. (Full frame makinelerin yeni yeni çıktığı ve son derece yeni, pahalı olduğu zamanlar. Gerçi hala ucuzladığı söylenemez ya ?) Neyse, sonu garip bir hırsızlıkla biten bu hikaye, başka bir zamanın konusu olsun…
Herkes mi fotoğrafçı ?
Tuşlu ve küçük telefonlardan, akıllı ve filtre uygulamalı telefonlara geçerken hepimize çok fena bir şey oldu. Herkes “fotoğraf sanatçısı” olduğunu düşünmeye başladı. Artık 7’den 70’e eli telefon tutan herkes, her daim fotoğraf çekmeye başladı. Hatta öyle hastalıklı bir duruma geldik ki; anının tadını çıkarmaktansa, sosyal medyalarda reklam yapmayı tercih eder olduk. Hele ki yeme-içme fotoğrafları gerçekten bizim “ayıp” kültürümüze son derece büyük bir darbe vurdu…
Oysa ki, açı vardı, altın oran vardı, görselin bir hikayeyi anlatması, yaşatması gerekiyordu. Fotoğraf gezileri sonunda çektiğin fotoğrafların sunumunu yapmak vardı. Hocalar ve sınıfça yapılacak değerlendirmeler… Hatta başarılı karelerin dergilerde yayınlanarak onurlandırılması…

Kabul etmeliyiz ki, elimizde cep telefonlarıyla üç beş kare çekip, hatta beğenmezsek filtreler ve rötuşlarla düzeltince hiç birimiz bu sanata hizmet etmiyoruz.
Sadece “anı donduruyoruz” o kadar. Üstelik o anı gerçekten yaşayamadan…
Ya Albümler?
Hatırlıyorum, bir yere gidildiği ya da daha uzaktan bir misafir geldiği zaman, ilk önce albümlere bakılırdı. Oğlanın sünnetinden, tatillere, okul fotoğraflarından tüm sülalenin evlilik törenlerine… İlk önce fotoğraflar olurdu sohbetin konusu. Çocukların fotoğrafçılardaki, çıplak “göster abilere” kareleri ise en eğlencelileri…

Ah ah kimler göçmüştü de, anıları kalmıştı o kağıtlarda…
2000li yıllarla beraber fotoğraf makinelerinin daha ufak, daha günlük olduğu dönemler geldi. Artık filmler 36 yerine 42 poz basabilsin diye, film sardırma hilelerine başvurmaz oldu kimse. Belki de bu sebepten fotoğrafçıların yolu unutuldu, Fotoğraflar basılmaz oldu.
Sonra
“Nasıl olsa dijital arşivim var, illaki bir gün bastırırım” diye kenarda beklettiğim, kızımın tüm küçüklük hatıraları, bir tuşla silindi… Üstelik bendeki yedekleri ile birlikte… …. … … .
Şimdi
Bugün dijital arşiv diye kenarından köşesinden bakmaya çalıştığım kocaman yığınların içinde kayboldum. Sunucularda, düzinelerce usb ve harici bellekte, yüzlerce binlerce fotoğraf yığını… Kimi ekran görüntüsü, kimi not, kimi anı dondurma… İçine sanat kaçmış karelerin sayısı ne kadar da azalmış. Her şey gibi, bu zevkli uğraşının da içini boşaltmayı itinayla başarmışız.
Kendi Kendime Söz Verdim
Bugün hiç bir konu hakkında stres yapmamaya dair söz verdim. Belki, yemyeşil olmuş bahçelerden, belki çiçek açan, meyve veren ağaçlardandır bilmiyorum. Bugün eski ve güzel olan ne kadar anı varsa, hepsini tekrar tekrar hatırlayıp, kendime moral vermek istedim. Bilmem belki de dediği gibi şairin; “Beni bu güzel havalar mahvetti.” Yani sırf bu havalar yüzünden 🙂 İşten, stresten, her şeyden uzak.
- O karelerde kalan insanlara selam vererek.
- Çocukların “ne kadar da küçükmüş” hallerini severek.
- “Hey gidi günler hey” dedirtebilecek her anıyı tekrar ve tekrar yad etmeye, kendimi ödüllendirmeye karar verdim.
Belki de o çekmecenin tekrar hayata geçme zamanı gelmiştir. Sahi sizin çekmeceniz ne alemde?
Çekiyorum | Dünya Fotoğrafçılık Günü | Nerede Duracağını Bilen Fotoğraf Sanatçısı, Ansel Adams
0 Comments