Güçlü olmak mı? Güçlük yaşamak mı? Aslında hepsi olağan şeyler hayatın içinde yaşadığımız. Hayat der geçersin, öyle bir şey yaşamak. Bugünkü yazım yaşama dair, başlangıcı neredeyse bir yıl öncesine ait olsa da geçirdiğim tüm bu zaman sonunda belki de ancak tamamlayabildiğim.
Güçlü müyüm gerçekten?
Yoksa güçlü olmak zorunda mı bırakılıyorum? Kim beni buna zorlayan? Toplum mu? Yoksa yetiştirilme tarzımın ruhumda yarattığı izler mi? Bilmiyorum.
Gülemezdim eskiden ben, güldüğüm zaman dikkat çekmekten korkardım. Sanki o kahkahaları alıvereceklerdi dudaklarımın kenarından. Neden ki dedim kendime kırkı geçtiğim saatlerde, neden gülmüyorum ağız dolusu? Ne kadar zamanımın kaldığı belli miydi ki? Şimdi şen kahkahalar atıyorum gökyüzüne. Yüzümdeki, gözlerimdeki gülüşü görmek istemeyen ya da ayıplayan çekilsin önümden. Öyle değil miydi ya?
Ağlayamazdım da eskiden, gözyaşlarımı görecekler, gördükleri yerden yine yaralayacaklar ya da beni zayıf zannedecekler diye korkardım. Gene yeni öğreniyorum gözyaşlarımın akması gerektiği zaman engellememeyi. Üzgünsem ya da öfkeliysem neden gizlemeye çalışayım ki ve kimden? Ve aslında insanın canını yine en çok kendisi acıtmaz mı?
Önceden beğenmesem de söyleyemezdim. Örneğin; restorandaki bir tabak yemeği. Utanırdım, tutardım kendimi. Bunun hak savunmak olduğunu, hakkımı istemekten utanmamam gerektiğini de yeni yeni anlıyorum. Böyle böyle sindiriliyorduk işte hayattan.
Tek başıma çıkmazdım sokağa, ne işim olduğunu merak etmesinler diye. Çıkıyorum şimdi, oturuyorum uzun dakikalar boyu denizi izleyerek. Rüzgarın saçlarımı savuruşunu çekiyorum içime, gün batımının ufuk çizgisinde buluyorum kendimi. Kime ne!
Seviyorsam sevdiğimi, istiyorsam istediğimi, hayır diyorsam sebeplerini söyleyecek kadar güçlüyüm şimdi. Güç değil aslında bunun adı, bunun adı olağanlık. Güçlü dersek adına ben kaya gibi sağlam, çelik gibi bükülmez değilim halbuki. Zor değilim yani sadece hayatı yaşıyorum olağan akışında. Bazen dalgalı bazen dupdurgun akışına kendim de büyülenerek bakıyorum artık.
Bir çiçeği görür aşık olur, bakar kalırım mesela. Bir şarkıda buğulanır gözlerim. Zamanı, parayı, şunu bunu denk getiremez dertlenirim. Yakınlarıma yetişemez kolum kanadım kırılır kalırım mesela. Güzel bir komedi filminde evde yada sokakta gördüğüm bir gülünçlük karşısında kahkahayı savuruveririm gökyüzüne.
Dahası tırnağım kırıldı diye dertlenmeyi de istiyorum. Taşıyamadığım yük için yardım istemeyi de istiyorum. Bunun adı güçsüzlük mü? Değil bunun adı insanlık. Bunun adı olağanlık işte.
Güçlü olmak demişim adına ve ben bu yazıya nerdeyse bir yıl önce başlamışım…
Buraya kadar olan kısmını 8 Mart’ta yazmışım geçen sene. Hatırlıyorum, denizin kenarına sandalyemi açmış oturmuş, güneşin batışını beklerken yazmıştım. Sonra işte yarım kalmıştı yazım. Yazımın yarım kalma nedenini zamanı geldiğinde yazacağım ama görüyorum ki hayat hep kendi akışında. O kadar olağan ki her şey ne olursan ol, ne kadar güçlü olsan da ne kadar zayıf olsan da o kendi bildiği gibi akıyor işte hep. Senin yapman gerekense çok basit, kabullenmek ve akışına bırakmak. Unutmayın her şey geçiyor. Acılar da sevinçler de, başarılar da yenilgiler de. Siz zamanı yakalamaya çalışmayı bırakın sadece yaşayın.
O zaman gelsin hayat bildiği gibi gelsin.
Sevgiyle akışında kalın hayat nehrinizin.
5
5