İstiklal Marşı.
Sen nasıl bir şiirsin, nasıl bir anlatı.. Hak, Halk, Cesaret ve Ümit. Nasıl bir destan; yokluğun içindeki teslimiyet ve azim. Ordusundan halkına Korkma! diye başlayan Milli Ruh bilinci.
Aslında hazin ve mütevazi bir hikayesi var O’nun. Akif bir zamanlar varlıklı bir ailenin; bir yangın sonrası maddiyatını kaybeden mütevazı, edepli oğlu..
Birincilikle bitirmesine rağmen hiç yapmadığı Veteriner Hekimlik, Geçim kaynağını sağladığı öğretmenlik ve şiir..
Yaşamını kıt kanaat tamamlayan ama yine de ödül parasını almayan bir Akif.
ÖDÜNÇ PALTO
Mehmed Âkif, Ankara’ya gittiğinde bir paltosu yoktu. Çok soğuk günlerde Meclis’e giderken paltosunu ödünç aldığı yakın dostu ve Neyzen Tevfik’in kardeşi Baytar Şefik Bey bir gün “Âkif Bey, şu ödülü reddetmeyip de bir palto alsaydınız daha iyi olmaz mıydı?” diyecek oldu. Eşref Edip diyor ki: “Hiddetinden ne hallere girdiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tam iki ay Şefik’le konuşmadı.”
Anonim
Ordudan Marş İsteği
Zaman Kurtuluş Savaşı zamanı. Ordudan bir istek gelir, milli mücadele ruhu için bir marş isteği. Şimdiki karşılığı Milli Eğitim Bakanlığı olan Maarif Vekaleti ödüllü bir yarışma düzenler.
25 Ekim 1920 – Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine. Maarif Vekâlet’inden” başlıklı bir yarışma duyurusu yayınlanır. Bu bir millî marş yarışmasıdır. Tek bir şart vardır! Şiirler Milli Mücadele ruhunu ifade etmeli!
Şiirler Maarif Vekâletince teşkil edilecek bir edebi kurul tarafından değerlendirilecek ve kazanan şaire beş yüz lira ödül verilecektir. Beste yarışması daha sonraki zamanlarda yapılacaktır ve o yarışmanın kazananı da beş yüz lira ile ödüllendirilecektir.
23 Aralık 1920 tarihinde biter başvuru süresi. Tam tamına 724 şiir gelir. 6 tane seçilmiştir ama eksik bir şeyler vardır. O ruh, o birlik, o cesaret yoktur bu şiirlerde, nasıl marş olacaklardır. Bakanın (Hamdullah Suphi (Tanrıöver)) gözleri Mehmed Akif’in şiirlerini arar ama bulamaz. Akif, Burdur Millet Vekilidir. Ancak para ödülü olduğu için yarışmaya katılmaz. Bakan bunun üzerine yakın arkadaşı Hasan Basri (Cantay) dan yardım ister.
Kazanana para ödülü mutlaka verilecektir ancak her şeyin de bir mümkünü vardır.
Hasan Basri (Çantay), Akif’in ödülden rahatsızlık duyduğunu, böyle bir millî görev için ödül konulmuş olmasını bir türlü kabul edemediğini söyleyince, Hamdullah Suphi “Bu kolayca halledilebilecek bir meseledir” der ve hemen bir mektup hazırlar.
‘maksadın husulü için son çare’ olduğunu ve endişelerinin giderilmesi için ne gerekirse yapılacağını
söyler bakan.
Hasan Basri Bey bir şekilde Akif’i ikna etmiştir. Bazı kaynaklara göre “şiiri kendisinin yazacağını” söyler, bazı kaynaklara göre “mektubu marş bittikten sonra kendisine iletmiştir.”
500 Lira Para İçin
Aslında madden çok sıkıntıdadır Akif, ama son derece de duyarlıdır.
“Böylesi mühim bir memleket meselesinde ödül için yapılır mı böyle şey”, “ya para için yazdığını düşünürlerse..” Korkar Akif; “ya öyle zannedilirse..”
Edep işte başka mesele, ne yokluk bilir, ne açlık. Mevzu bahis memleket gibi mühim bir mesele ise duyarlılık her şeyden önce gelir.
Kolay mıdır öyle kurtuluşa şiir yazmak. Yazmak değil, marşın kendisi olmanın inancı gerekir. Hakka, özverili halka, yürekli askere, vatana tam bağımsızlığa yazmak kolay mıdır öyle..
Taceddin Dergahındadır artık Akif. Gece gündüz marşın alemi içindedir. Dışarıda ne olur, ne biter önemli değildir. O tüm hücrelerine kadar İstiklal Marşı’dır artık. Uyuduğu uyku, içtiği su, yattığı yatak. Öyle bir teslimiyetle yazar ki, gece uyanıp da kağıt bulamayınca yer yatağının sağında kalan duvara yazar “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım”
On Gün
Herkesin merakla beklediği şiir 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad dergisinin ilk sayfasında “Kahraman Ordumuza” ithafıyla yayımlanır.
- 1 Mart 1921’de İstiklal Marşı Şiiri, son altı şiirle birlikte Meclis’in seçimine sunulur
- Bakan Hamdullah Suphi Bey’in kürsüden okuduğu, İstiklal Marşı; 725. şiir, 12 Mart 1921 tarihinde kabul edilir.
Vekiller gözyaşları içinde, ayakta dinlerler. Akif yoktur. Bir gölge gibi geçip gitmiştir mahcubiyetinden, edebinden..
Yarışma Şartnamesi Gereği Para Ödülü’nün Alınması Lazım.
Akif ödülü almak istemez ama şartnamenin gereği almak zorundadır. Ve bir formül bulunur. Para Akif tarafından “Darül Mesai” adlı kuruma bağışlanacaktır.
Darülmesai ; Yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulmuş vakıf. Cepheye elbise diken vakıf.
Yoksul Akif, darda sıkıntıda Akif, para için yazıldığının düşünülmesinden endişe eden Akif, Mebus Akif..
“Teberru:
Burdur mebusu, şairi muhterem Mehmet Akif Beyefendi’nin Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen İstiklal Marşı için mahsus beş yüz lira mükafatı nakdiyeyi, müşarünileyh fakir İslam kadın ve çocuklarına iş öğreterek sefaletlerine nihayet vermek emeliyle teşekkül eden Darülmesai menfaatine hediye eylemiştir.”
17 Mart 1921 – Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
Ahlak Sen Ne Güzel Şeysin
Onun ahlâkı yarışma parasını kendi ihtiyaçlarına harcamaya izin vermedi.
Sadece ödülü değil, İstiklal Marşı’nı da Türk milletine armağan etti ve bunun için şiirlerini topladığı Safahat’ına dahil etmedi.
İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Milli Şair, İstiklal Marşı’nı Safahat eserine koymayışının nedenini ise şöyle açıkladı: “O Şiir benim değildir, milletin malıdır. Ben onu milletimin kalbine gömdüm.“
Bugün 12 Mart; İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü.
Bu büyük eser için ne kadar teşekkür etsek az. Dediği gibi büyük şairin “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın!”
—————
Büyük şair 27 Aralık 1936’da Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti ve tabutu Türk Bayrağına sarıldı. Hayatı boyunca taşıdığı asaletine, tevazuuna uygun, gösterişten ve şatafattan uzak bir merasimle Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.

İstiklal Marşı ‘nın Orijinal Kopyalarından
Osmanlı alfabesi ile yazılmış İstiklâl Marşı, sağ üstte ise Mehmet Âkif Ersoy’un vesikalık fotoğrafı
Beste Yarışması
Marşın kabulünden sonra Maarif Vekaleti bu kez beste yarışması açar. 24 müzisyenin katıldığı yarışmanın sonuçlanması savaş yüzünden gecikir ve Bakanlık, 1924 yılında oluşturulan özel bir komisyonun, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini “İstiklal Marşı” olarak belirlediğini duyurur.
Ancak Çağatay’ın bestesinin Türk müziğinin etkisi altında olduğu gerekçesiyle 1930 yılında alınan karar uyarınca Osman Zeki Üngör’ün bestesi, “İstiklal Marşı” olarak benimsenir.

“Bin bir fecayi (bela, musibet) karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halas (kurtuluş) dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın!“
Mehmet Akif Ersoy
İstiklâl Marşı (Osmanlı Türkçesi: استقلال مارشى), Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin millî marşı.
Güftesi, Anadolu’da Millî Mücadele’nin devam ettiği sırada Mehmet Âkif Ersoy tarafından kaleme alınmış şiirdir. Şairin Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk’a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirir.
Şiir, 12 Mart 1921’de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. Bestesi Osman Zeki Üngör’e aittir. Orkestrasyonu Edgar Manas tarafından yapılmıştır.
İstiklal Marşı’mız
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli,
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vect ile bin secde eder, varsa taşım,
Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruhumücerret gibi yerden naaşım,
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.
5
5