Nedenler Sonuçlardan Şişmandır
Suçlamak…
Kolay eylem.
Zahmetsiz ve çoğu kez bedelsiz…
Diyelim ki eve hırsız girdi, işaret parmaklarımız birbirimize yükselir hemen.
“Neden kapıyı kilitlemeden çıktın?”
“Her zile basana kapı mı açılır, bıktım bu apartmandan.”
“Ne demeye evde para saklıyorsun?”
“Güvenlik kamerası neden çalışmıyor?”
Herkes belki de tek bir şeyi sorgulamaz;
hırsızı…
Neden?
Çünkü kabul ederiz onu.
Şimdi gezegence boğuştuğumuz virüsle aynı yere koyarız.
Hırsız hırsızdır ve adının gereğini yapar. İnsanlar ondan korunmakta güçlük çektiklerinde mutlaka bir günah keçisi arar.
Covid 19’un ülkeyi sardığı ilk zamanlarda tepkilerimizin ateşi epey yüksekti. İlk kez deneyimleyeceğimiz hafta sonu sokağa çıkma yasağının duyurulmasının ardından, insanımız aylarca sürecek kıtlığa giriyormuşuz gibi kendini sokağa atıp muhtemel bir vaka patlamasının tetiğini çekince de ezberimizi bozmadan aynı kurtarıcıya sarılmıştık; suçlamak.
Atmosfer koşulları linç etmeye uygundu.
Ekmek için fırına koşanı,
kola için markette kuyruk olanı,
karar verenleri,
bir karar veremeyenleri sosyal medyadan pataklayıp durduk.
Haksız da sayılmazdık.
Öngörüsüzlük dedik,
aymazlık, cahillik, bencillik…
E demese miydik?
Bu küçük panik simülasyonunu yaşayınca Saramago’nun meşhur Körlük’ünü açıp nelerin altını çizdiğime baktım.
“Her hareketimizden önce bütün sonuçlarını tahmin etmeye çalışsak, bunları ciddi olarak düşünsek, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları düşünmeye kalksak kımıldayamayız bile. Tek bir adım atamayız”
Hayatta korku, panik, ani sevinç gibi duygulara verdiğimiz tepkiler anlık olarak ortaya çıkar; ancak o birkaç saniyelik zamanda ağzımızdan çıkan sözcüklerin, sergilediğimiz davranışların ardında uzun süreli öğrenmeler vardır.
Yıllar boyunca örtülü olarak öğrendiğimiz her şey anlık tepkilerimizi besleyen bir havuz yaratır.
Bir robotun sağ kolunu havaya kaldırmasına benzeyen bir durumdur bu. Tek bir hamle için pek çok karmaşık kod yazılması gerekir. Bizim kodlarımıza yazılan şeyler de aynı vazifeyi görür; eylemlerimizi yönetir.
Geçtiğimiz yüzyılda, art arda onlarca yıl süren savaşlarda ölenler ölürken, yaşayanlar çok zor hayatlara mecbur kaldılar. Eşlerini, oğullarını cephelere gönderen kadınlar, eve ekmek getirenler eşikten ayrılınca ne yokluklar yaşadılar. Kalan çocuklara neler yedirdiler kim bilir?
Bugün ortalama bir Türk ailesinin kileri en az iki hafta tencere kaynatıyorsa nedeni muhtemelen o kıtlık günlerine dayanır. Yarın ne olacağı belli olmaz şuuruyla nesilden nesile aktarılmış bir koddur bu. Bu kod bizim dayanma süremizi uzatır.
Ancak değişen pek çok şey var.
Yeni yüzyıl, atadan getirdiğimiz yaşam alışkanlıklarımıza ciddi hasarlar veriyor.
Tasarruf, azla yetinme, paylaşma, halden anlama gibi pek çok meziyet dur duraksız hayatlarımızın içinde hızla eriyip gidiyor. Aynı evi, sofradaki ekmeği paylaştığımız, dizlerinin dibinde hayretten kocaman açılmış gözlerimizle yaşanmışlıklarını dinlediğimiz dedeler, nineler kadar eğitemiyor ruhlarımızı okullar.
Nedenler sonuçlardan şişmandır!
Yalnızlıklarda dik durmayı,
sakin kalmayı,
sabrı, metaneti, sağduyuyu katamıyor erdem hanemize.
Çoktan seçmeli soru havuzlarında kulaç atan çocuklarımız duygusal sağlıklarını nasıl koruyacaklarını öğrenemediklerinden antidepresan cennetlerinde nefes alıyor.
Elindeki bisküvisine ülkece heyheylendiğimiz adamcağızın olayı bence göründüğü gibi değil. Ama netice değişmiyor;
o çok sevdiği atıştırmalığa ulaşamadığında panikliyor çocuklar.
Hiç eksik bırakılmamış porsiyonları azaldığında kaygı nöbetleri yaşıyorlar.
Bunlar oluyor,
çünkü yeni kodlar yazılıyor.
Konunun akıl yürütmeyle ilgili kısmı zeka unsuruna dayanınca Piaget’nin o bilindik tanımı akla gelmiyor mu?
“Zeka, organizmanın çevreye uyum sağlama yeteneğidir.
Dolayısıyla birey yaşadığı çevreye uyum sağladığı sürece zekidir.”
Buna katılmak istemiyorum. Çünkü uyum sağladığımız şeyin, çevrenin, kitlenin niteliğinden bahsetmiyor. Bu IQ ile ilgili olamaz. İdrak gelişebilen bir şey olduğuna göre kalıtımsal zekadan daha fazlasına ihtiyacımız var;
duygusal zekaya.
“Duygusal zeka, kendimizdeki ve diğerlerindeki duyguları daha iyi anlamak, algılamak ve yönetmekle ilgili bir grup yetkinlikten oluşur. Bilişsel zekadan farklı olarak, geliştirilebilir bir zeka türüdür. Bunun için birincil ihtiyaç istekli, kararlı olmak ve pratik yapmaktır. Göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta vardır ki, o da şudur, duygusal zeka ancak bilimsel yöntemlerle geliştirildiğinde sürdürülebilir bir fayda sağlar.”
Bilim,
yöntem,
geliştirmek…
Bunları birleştirince aklıma okul geliyor,
okullar çooook uzun zamandır duygularla ilgilenmiyor.
Birikiyorum’da Derya Cesur köşesi.
Nedenler – Sonuçlar bir toplumsal eğitim meselesi!
0 Comments