Nerdeyim diye soruyor bugün Cüneyt Gültakın bize. Akıldaki yer mi, kalpteki yer mi bizim için doğru olan. Kendini bilme yolculuğumuz yazarımızın köşesinde devam ediyor.
Nerdeyim?
Hepimiz küçük yaşlardan beri biriktirdiğimiz kalıplarla düşünür ve eyleme geçeriz. Kendini Bilme çalışırken o kalıpları fark etmeye ve onların eylemlerimiz olmasına izin vermemeye çalışırız.

Yaşam bize belirleyiciliği ön planda olan iki önemli organ vermiştir: Beynimiz ve kalbimiz. Beynimiz düşüncelere kalbimiz duygulara açılıyor. Beynimizde aklımız sorular soruyor kalbimizde vicdanımız yanıtlar veriyor, ikisi birleşince insan bilinci yükselip anlama kavuşuyor.
Yaşam, tüm varoluş seninle dışarıdaki olaylarla konuşur, sen de içerideki durumlarla yanıt verirsin. Aklımızla olayları gözler, olayların arkasındaki soruyu anlarız ve o soruya doğru yanıtı yalnızca kalbimizle verebiliriz. Çünkü akıl soruları, kalp yanıtları bilir. Akıl kalpten gelene karışırsa yanıt da akış da bozulur, andan çıkılır. Oysa çıkmamız gereken akıldır. Bizler yanıtlarımızı verirken kalpte olmalıyız.
Akılda olduğumuz yer birçok işimizi çözer. Ama her şeye yetemez. İnsan aklı evrimsel olarak bakarsak ancak bir milyon yıllık bir geçmişe sahip. Ama insan kalbinin bağlı olduğu duyumsal, sezgisel canlılığın bitkisel ve hayvansal birikimi milyarlarca yıllıktır. Bitki, hayvan ve insan sezgiselliği doğa üzerinden tanrısal akışa ve zekâya uyumlanma ustalığındadır.
Dışarıda olumluya içeride olumsuza bakılır. Yeryüzünün kötü, yanlış, acı durumuna bakıp iyiyi, doğruyu, sevinci aramalıyız ve özümüze, içimize baktığımızda gölgelerimizi görmeliyiz. Gölgemizi fark etmek, görmek zordur. Uykuda, sıradan bir insan yüzleşmekten kaçar ve bunu söyleyene kızar, suçlar, saldırır bile.
Kendinize sordunuz mu?
Derler ki “tanrısal diyarlardan kopup gelen özümüz bedenle birleşince gönül ve nefs ortaya çıkar. Gönül ruh güneşine bakar, nefs yeryüzüne.” Gönlün derdi özün özlemi, nefsin derdi ölüm korkusudur ve bil ki herkes derdinin seviyesindedir. Hangi seviyede olduğunuzu görmek istiyorsanız derdinize, uğraşınıza, uğraştıklarınıza bakın. Sorun kendinize “nerdeyim?” Kimi eleştiriyorsanız gece gündüz kimin peşine düştüyseniz siz o’sunuz. Tasavvuf ehli dert olarak aşkı seçmişlerdi, Yaradan aşkını, onların derdi gizemli bir aşktı.
Şimdi bir bakın bakalım kendinize. Siz neyin peşine düştünüz? Dert edindiklerinize, vakit ve enerji verdiklerinize bakın bakalım. O düşman diye bellediğiniz, arkasından atıp tuttuğunuz büyüklü küçüklü diktatörlere, hanenizdeki, yakınlarınızdaki, işyerinizdeki, medyada boy gösteren bütün despotlara bir bakın. Onlarda olan sizde ne kadar var görün, ancak kendinizde gördükçe ilerleyebilirsiniz.

Bedenin dışında, kendisi de dahil, sonlu ve geçici olanın gerçek bir hedefi yoktur. Ama özümüze açılan gönül kapımızın hedefi sonsuzluk ve özgürlüktür. İnsan nefsinin gücünü, gönlünün hedefine yakıt yapar yapar, onlarla dönüşür, sonra ölür ve yuvaya doğar.
Yanlış-doğru, iyi-kötü ve sevinç-acı kavramları hem görecelidir hem kesindir; akılda göreceli, kalpte kesindir. Bir şey akıl için göreceli, değişken olabiliyorken kalpte bir yerde, bir netliktedir. Uykuda olan insanlar, zihin gürültüleri içinde kalplerini duyamaz. Zihinsel aklın deneyimsiz ve cahil durumunu duyguya, düşünceye ve eyleme dönüştürerek yanlış yapar, kötü olur ve acı çekeriz. Kalbin deneyimli ve bilge durumu insana doğruyu, iyiyi, sevinci getirir.
Gönül kardeşinin elini, nefs kardeşi tutmalı. Gönlünüz de nefsinize elini uzatıp onu yanına çekmeli. Ya da hiç beklenmedik bir şey olmalı, ölmeden önce ölüp bu dünyada hakikate doğmalı. Bu dünyada hakikate doğunca, eşyanın perdesini kaldırınca ölüm kapısından geçtiğiniz gün şenliğiniz olur. Düğün ve cenaze yer değiştirir. Yeryüzünün ölü damadı yerine gökyüzünün gelini olursunuz.
0 Comments