Paparazzi desek, dedikodu var desek insanlar hemen meraklanır, belki çoğalır okuyucularımız. Oysa biz sanat diyoruz, edebiyat diyoruz, farkındalık diyoruz. Diyoruz ki güzellikleri görsün insanlar. Ama neden dedikodu çeker ki insanları?
Dedikodu ve Paparazzi nedir acaba?
Her şeyi bilen internet ansiklopedisi Vikipedi paparazziyi şöyle tanımlıyor; “ünlü kişilerin fotoğraflarını çeken fotoğrafçıların genel adı.” İlk kez Federico Fellini’nin Dolce Vita Türkçe ismiyle Tatlı Hayat filmiyle girdi hayatımıza bu kelime. Rahatsız edici yöntemler kullanan gazete fotoğrafçısı olarak tanımlandı ve ünlü insanların dedikodusunu yapan kimseler olarak beliriverdi popüler dünyada. Sanatçıların ya da toplum önünde bilinir olan insanların gıybeti yani…
O zaman dedikodu nedir onu da bir sorgulamak gerekir. TDK Sözlük “başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşma, kov, gıybet, kılükal” olarak tanımlamış dedikoduyu. Bir de örnek vermiş Elif Şafak’tan “Zaten ufacık mahalle, dedikodu desen diz boyu.”
Neden bu kadar çekicidir peki başkaları?
Başkalarının hayatları çekiyor hep ilgimizi. Başkalarının başaramadıkları bizi kendi başarısızlığımızı hissetmekten koruyor. Başkalarının mutlulukları cesaret edemediklerimizi hatırlatıyor belki bize. Ya da belki örnek alır, cesaretleniriz neden olmasın. Bu sonuncusunun çok az olduğunu düşünüyorum nedense 🙂
Çok eski çağlara gidersek, aslında dedikodu iletişimin gelişmesine sebep olan bir olgu. Dil de böylece kendiliğinden gelişmiş. Bir diğerinin yaptığını öbür taraftakine aktarma isteğiyle doğmuş dünyadaki diller. Alın size dedikodu.
Uzmanlar da bu konuda ikiye bölünmüş durumda.
Örneğin Psikiyatri Uzmanı Dr. Rüstem Aşkın Sözcü gazetesinde yayınlanan haberinde “En fazla dedikoduyu en fazla eksiği olanlar yapar. Dedikodu yapılmasının etkenleri arasında en önemlisi başkalarının özel hallerini merak etmektir. Bazen kıskanırız bazen de kızar, öfkeleniriz ve dedikoduya yöneliriz. Bunlar topyekûn değerlendirildiğinde tamamı zehirleyici sonuçlar doğurur” diyor. Yani dedikodunun negatif etkili olduğunu söylüyor. Ve ilave ediyor; ” Pozitif, üretken ve neşeli insanlar dedikodudan uzak.” Tıpkı benim gibi 🙂
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise NP İstanbul Beyin Hastanesi web sitesindeki makalesinde dedikodunun hem iyi hem kötü olduğunu şöyle özetliyor: “Konuşarak paylaşmak biyolojik doğamızın gereği. Bu durumu iyi ya da kötü yönde kullanmak ayrı bir durum.” Ve ilave ediyor “Etik sınırlarda kullanırsak bu bizim için konuşma ihtiyacı, paylaşma yalnızlığı, giderme ihtiyacı var. Yalnızlığı giderme ihtiyacımız bizi konuşmaya itiyor. Yalnızlığı en çok giderme ihtiyacı da kadın beyninde vardır. Erkek beyni, kadın beyni bu anlamda farklıdır. Erkek beyni stres altında zihinsel bir sığınağı vardır, oraya çekilir. Konuşarak değil sonuç odaklı düşünerek stresini giderir. Kadın beyni ise biyolojik olarak stres altında konuşarak paylaşarak stresini azaltmaya çalışır. Onun için konuşma ihtiyacı hisseder.”

Sonuç ve öneri…
Benim fikrime göreyse;
- İnsanlar başkalarının dedikodularını yaptıklarında kendilerinden uzaklaşırlar. Hem iyi hem kötü bu da. Kendi davranışlarımızı irdelemeyiz, doğru ya da yanlış olduğunu görmezden geliriz. Kendimizi tartma imkanı vermediğimiz için kötü; fakat sürekli kendimize takılıp kalmadığımız için de iyi.
- Kadınların daha dedikoducu olduğu söyleniyor. Erkekler de çok fazla dedikodu yapsalar da gün içerisinde kullandığımız kelime sayısına bağlı olarak ortaya çıkıyor bu oran. Kadınlar çok konuştuğu için çok dedikodu yapıyor gözüküyor.
- Yalanlar gibi renklere ayrılmış bence dedikodular da. Bazıları arkadaşlarımızın ya da bir ünlünün iyi yaptığı ya da iyi özelliklerini anlatırken çok azı da kuyu kazmak derdiyle üretilir olmuş. Tabii ki biz pembe dedikodudan yanayız.
- Dedikodu yaptığımız insanlarla aramızdaki bağ da büyüyor. Düşünsenize en çok dedikoduyu yaptığımız insan en iyi arkadaşımız. Tabii zaman içinde o dedikodunun o ağızdan başka ağızlara geçmesine göre de dostluklarımızı sınıflandırır, bitirir olmuşuz.
- Bu sayede insanlar organize de olurlar. Bu organizasyonlar kimi zaman zararlı da olabilirler. Evet ama özellikle haksızlıklara karşı insanlar hep bu fiskos muhabbetleriyle bir araya gelirler.
- Fiskos yaparken aslında öğreniriz de. Sosyal ilişki becerilerimiz artar. Ve toplumların değer yargılarını öğreniriz. Tabii her zaman bu değer yargılarına göre yaşamak bize mutluluk getirir mi? İşte o tam bir muamma.
- Dedikodunun alzheimer hastalığına karşı da koruyucu olduğunu okuyoruz. Bunun nedeni de kesinlikle dedikodu yapan insanlar genellikle hiçbir şeyi unutmazlar. Özellikle anlatabilmek için akıllarında tutarlar. Annemi anlatmıştım size. Kim bilir belki anneciğimde biraz dedikodu kapasitesi olaydı bu hastalığa yakalanmazdı.
- Ünlülerin dedikodusunu yapmak da hoşuma gitmez. Hiç paparazzi okumuyorum neredeyse. Kim kiminle, kim evlenmiş, kim boşanmış ilgimi çekmiyor. Ne iş yaptıkları benim için daha önemli sanırım.
- Ve kesinlikle kendimden biliyorum ki eğer neşeliysem, çalışıyorsam, kendimi fazlasıyla meşgul edebiliyorsam dedikodu yapmıyorum. Ne zaman boş kaldım, beynim kendimi yargılamak istemiyor işte o zaman kendi dedikodu grubunda buluveriyorum.
Yazıma son verirken;
Levent Yüksel’den bir şarkı armağan edeceğim ve size de aynı öneriyi vereceğim.
4.5
4.5
5