Potin satarım, güzel Cumhuriyet kadını Adile’nin öyküsü. Avukat Adile Hanım’ın. Takılı kaldığı geçmişindeki çocuk Adile’nin desek daha mı doğru? Sizleri çok eskilere, çocukluğunuza götürecek bu hikayede belki de eksik parça sizdedir. Kim bilir?


5 dakika


O kabus gibi rüyadan sıçrayarak uyandı Adile. Unuttuğunu sandığı yaşlı kadının, titrek ancak güçlü sesi rüyasından çıkıp, odada yankılanmıştı işte yine. “Potin satarım potiiinn.” Hemen yatağından doğruldu ve yanı başında duran, anneannesinden hatıra çalar saatine baktı. Pazar sabahı saat 6’da olacak iş miydi? Yavaşça tekrar kendini yatağa bırakıp, yorganı sımsıkı üzerine çekti ve cenin pozisyonunu aldı. Gözlerini kapatarak hatırlamaya çalıştı.

Mazi kalbimde bir yaradır

1979 yılının Ağustos’unda, henüz beş yaşındaki tarak giremeyecek kadar kıvırcık, kahverengi saçlı, gözleri Japon çizgi film karakterleri gibi kocaman, fıkır fıkır Adile’ye gitti aklı.

Denize sıfır, beyaz bir apartman dairesinin dördüncü katındaki yazlıklarındaydılar. Geceydi. Yine o zamanlara özgü, şimdiye göre kalabalık sayılan ailesi sofradan kalkmış, her zamanki rutin telaşelerini sergiliyorlardı. Yemekler toplanıyor, neşeli sesler mutfaktan balkona, balkondan mutfağa yayılıyordu. Balkondan da görülsün diye çevrilmiş televizyona gözü takılmıştı Adile’nin.

Potin (1)

Siyah beyaz ekranda, iki elinden uzun iplerle sarkıttığı kısa botlar olan yaşlı bir kadın vardı. Arka fon, kadının giysisi, botlar simsiyah. Görseldeki tek beyazlık; botların sallandığı uzun ipler ve yaşlı kadının uzun saçlarıydı. Acıklı ama tok bir sesle “potin satarım potiiinn” diye bağırıyordu.

Yalnızlığım

Bir müzikal miydi, tiyatro muydu yoksa belgesel miydi bilmiyordu. Adile sahneden çok ürkmüştü. Büyüyünce senelerce, konunun sanattan açıldığı sohbetlerde, çaktırmadan hep soracaktı; böyle bir kadını, böyle bir sahneyi hatırlayan var mıydı? Kendisi dışında hiç kimse öyle bir şey hatırlamayacaktı.

Potin satarım ve rap rap

Adile bir yıl sonra 1980’in Eylül’ünde en büyük ve tek eğlenceleri olan televizyondan askeri darbeyi izlerken, askerlerin postallarından potin satan kadını hatırlamış, onunla özdeşleştirmişti, rap rap yürüyen askerlerin ayaklarındaki botları.

Demokrasiye vurulan bu en büyük darbeyi ailesi nedense pek bir sevinçle karşılamıştı. Maddi durumları oldukça iyi, tüccarlık yapan ailesinin, altı yaşında idrak edemese de on bir veya on iki yaşlarındayken, paracıkları gitmesin, aman huzurumuz bozulmasın diye böyle davrandıklarını düşünür ve sorgular olmuştu Adile. Sosyalistler başa gelirse, tüm variyetlerini alarak herkesi eşitleyeceklerdi onlara göre. Çocuk gözüyle, aklıyla bunları düşünebiliyordu ve ileriki yıllarda aslında herkesin analizini ne kadar doğru yaptığına kendi bile şaşırarak.

Ambalajlar senin olsun, ruhlar bize kalsın

Potin (2)

Yıllar sonra, darbeden hemen önce çatışmalı zamanlarda, o yıllarda şehir merkezindeki evlerinin karşısındaki Meslek Lisesi’nde okumuş biriyle sohbet ederken; fıstık yeşili, ailesine göre de cart yeşili vosvosun polisin değil, kendilerinin yedek arabaları olduğuna ikna etmeye çalışırken bulacaktı kendini Adile.

Adamın yarı yalan yarı gerçek anlatacağı öyküsüne ket vurarak. Fonda radyonun sesi: “Vosvosun camı paramparça. Sakın! Dedim hırsıza. Teybi al ama kasetler kalsın. Ambalajlar senin olsun, ruhlar bize kalsın. Dünya dünya, kendimden önce seni kurtardım dün bütün gece” şarkısıyla.

Aile bireylerinden farklılığını ortaokul yıllarındayken kavramıştı. Süse, şatafata düşkünlüğü yoktu, onun o yaşlarda bile tek isteği özgür olmaktı. Kuşlar kadar özgür. Konu komşu, millet ne der diye düşünmeden. Yıllar sonra ünlü bir televizyon dizisinde pür makyaj kadının söylediği şu cümleye gülümsedi. “Bırak millet sadece mücevherlerimizi konuşsun.” Adile ve çocukluğunun özeti. Hayat; asla bu değildi, Adile her şeyin farkındaydı.


Reenkarnasyon, Kıbrıs ve sır

Küçük Adile’nin hayatındaki gizem, sadece takıntı haline getirdiği ve hiç unutamadığı potin satan kadın değildi elbet. Paylaştığında insanların suratlarının ya alaycı ya da ürkerek baktığı bir sırrı daha vardı.

1974 Kasım doğumluydu ve konuşmaya başladığı andan itibaren, gerçek ailesinin onlar olmadığını, aslında Kıbrıs’ta evli, çocuklu olduğunu, Kıbrıs’ta kendilerine saldıran bir çok kişiyi öldürmek zorunda kaldığını ve kocasının doktor olduğunu söyleyip duruyordu. Sürekli ajans haberlerinin açık olduğu tek kanallı televizyondan etkilendiği aşikardı aslında Adile’nin.

Kıbrıs Barış Harekatı’nın haberlerini, bu konuyla ilgili film ve dizileri fazla mı seyretmişlerdi ne? Ama ya değilseydi! İşte bu şüphe, hayatı boyunca ailesinin espriyle anlattığı küçük kızın afacanlıklarından ibaret değildi belki de. Reenkarnasyon gerçeğini araştırdı arada sırada, bu olay aklına geldikçe, büyüdükçe. Ne yapabilirdi ki kendi kendine?

Adalet Hanım

Anneannesinin adı olan Adalet’in başka versiyonu isim olarak konmuştu ona. Adile… Adaleti ve adaletli kişileri temsil eden demekti. Anneannesi bambaşka bir kadındı. Tam bir Cumhuriyet kadını. Köy Enstitülerinin, Köy Öğretmen Okulları’na dönüştürüldüğü 1940’ların sonunda öğretmen çıkan, Cumhuriyet tarihinin en değerli eğitimcilerinden olan sevgili Adalet Hanım.

Ve Cumhuriyet’in en güzel yılları… Zaten bu günlere o güzel okullar kapattırıldıktan sonra geldik ya, neyse… O yıllarda anlamasa da, daha sonra düşüncelerini, karakterini, azmini, özgürlükçü ruhunu, her şeyini onun izinden gittiği anneannesine borçluydu. İsminin çağrışımı olan adaleti bile. Şimdilerde en özlenen. Mesleğini de ismine göre seçmişti. Hukuk okumuş, avukat olmuştu.

Çentik çentik

O yıllardan bu yıllara çok şey değişmiş, köprünün altından çok sular akmıştı. Ailesinin, o çok önem verdikleri serveti kalmamıştı artık. Ülkede de çok şey farklılaşmıştı. Sırrını hayatı boyunca çözemediği, potin satan kadının elindeki potinler gibi olmuştu ülke. O çok benzettiği rap rap postallardan sonra, bir daha değişemedi, düze çıkamadı. Demokrasi denilen olgunun, o darbeden sonra içi doldurulamadı. Halkın binbir umutla başa getirdiği her parti, demokrasiye derin kesikler attı çentik çentik.

İki ölü ve bir ağır yaralı

Bu tatil gününü evinden hiç dışarı çıkmadan, okuyarak, genelde de uyuyarak geçirdi Adile. Tam kırk altı yaşında, ama yüreği beş yaşında, kocaman küçük kadın Adile. Çok güzel bir kadın olmasına ve sosyal bir yaşantısı olmasına rağmen, kendi seçimi ve hür iradesiyle hiç evlenmedi Adile. Kendisini adalete adayan avukat Adile. Yarın çok yoğun bir gün onu bekliyordu. Şehrin en büyük ayakkabıcılar çarşısı karışmış, “iki ölü ve bir ağır yaralı” haberiyle gazeteler olayı manşetten vermişti. Ölenlerden birinin babası, müvekkiliydi. Zor bir duruşma onu bekliyordu yine. Uyuyakaldı.

Yüzleşme

Adile yeni güne cep telefonu alarmıyla değil, çalar saatle uyandı yeni güne Adile. Ofisine uğramadan, günün ilk duruşmasının müvekkiline ait olduğu Adliye’de aldı soluğu. Siyah cübbesiyle her zamanki gibi esip gürletecekti salonu.

Gözü mahkeme salonundan içeri giren kadına takıldı. İki yanında iki polisle gelen yaşlı kadın, sanık sandalyesinde yerini aldığında, Adile daha bir dikkatle kadını incelemeye başladı. Kendisinin yaşlanmış haline ne kadar da benziyordu. Müvekkilinin oğlunu öldürmek suçuyla oradaydı. Duruşma başladı, herkes sırasıyla konuşuyordu. Kimi kendini savunuyor, kimi karşı tarafa sözle saldırıyordu. Sıra sanık konumundaki yaşlı kadına gelmişti. Kadın, hakime hanıma doğru bakarak konuşmaya başladı.

– Ben potin satarım kızım!… Aile mesleği. Dedemin dedelerine kadar biz ayakkabı satarız. Kendimiz imal eder, satarız. Taa Kıbrıs’a uzanır bizim potinlerin ünü.

İki yol

Siyah giysiler içindeki yaşlı kadının diğer kelimelerini duyamadı Adile. Kadın konuşmaya devam ediyordu oysa. Yumruğunu sıkarak, her zaman yaptığı gibi anlık planını yaparak, iki seçeneği olduğunu bilerek, ya kadınla geçmişini konuşacak, tüm o kabusların, Kıbrıs’a dair reenkarnasyon hikayelerinin sebebini çözecek, ya da hiçbir şey olmamış gibi hayatına şu saniyeden itibaren devam edecekti.

Hayat, hep iki yol değil miydi? İki yol var demiştim, hangisini seçeyim? Her durumda aklına konunun anlam ve önemine uygun şarkı sözü gelmesi. Demek ki aklı hala yerindeydi.

Kabuslarının, potinlerin, demokrasiyi çürüten rap rap postalların, Cumhuriyetin ışıldayacağı yerde flulaşmasının, adaletin mülkün temeli olmasının önemsenmemesinin suçlusu bu kadın mıydı? Yoksa tüm bunlar Adile’nin sanrılarından mı ibaretti?

Sol gözünden tek bir damla yaş geldi.


Like it? Share with your friends!

Aygen HIDIROĞLU
Sıfırdan başlamayı sever. Okur, öğrenir, farkındalık yüklenir. İddiasız ve sıradan görünenin derinine aşık. Parıltılı hayatların bomboşluğuna kafası karışık. Açık üniversite diploma koleksiyoncusu. Anne.

0 Comments

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Comments

comments

Powered by Facebook Comments