Savaşa hayır ! Dünyanın her köşesinde sonsuz bir barış hüküm sürse… İnsanlığın tek ve ortak derdi barışı tesis etmek olsa…
Tarihi büyük savaşlarla, büyük zaferlerle dolu bir milletin evlatlarıyız. Ve en iyi biz biliyoruz savaşın yıkıcılığını. Kurtuluş Savaşımızda dünyaya karşı tek başımıza verdiğimiz mücadele tarihe geçerek altın harflerle kazındı.
Savaşlar ne zaman başladı?
Biz şimdi devletlerin birbiriyle savaşmaları sonucunda kitle ölümlerine karşı olduğumuzdan “savaşa hayır !” nidaları atıyoruz. Ancak bizler bir zamanlar savaşanların torunlarıyız. Bunu aklımızda tutarak “ilk insanlar ne zaman, neden savaştılar” diye düşündünüz mü hiç? Ben bir bombardımanla harap olmuş kent meydanlarındaki insanların, özellikle çocukların gözlerine baktığımda her defasında bunu düşünüyorum. Şimdi de Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesiyle yine aklımda bu soru. Neden?
Neandertallerden günümüze…
Yeryüzünde ilk insanlar ortaya çıktıktan sonra zamanın tozlu yapraklarında bir yerlerde çıkmış ortaya ilk savaş. Tarih ve antropoloji, arkeoloji insanları tartışadursun bana göre ilk insanlar önce avladıklarını paylaşırken savaşmıştır kesinlikle. Ondan önce zaten toplayıcılıkla geçinirken daha bireysel hayatlar yaşamışlar. Sonrasında mızrak yapmaya başlayıp, avlanmaya başlamışlar. Ve hem av işini daha organize yapmak, hem de kendilerini koruyabilmek için küçük küçük gruplar oluşturdular. Ve işte ondan sonra başladı her şey. Gözleri hep bir diğerinin aldığı payda olduğu için de başladı çatışmalar. Hala daha öyle değil mi? Hiç bir şey değişmedi, onca buluş, sanat eseri, gelişen teknoloji vesaire ile bile. İnsanın aç benliği hep yanındaki, diğer insanın önündeki şeyi istiyordu.

Amarna Mektupları çıkmış ortaya İsrail ve Ürdün’ün bulunduğu bölgelerde. Antik Mısır’a ait bu tabletler diplomatik yazılardı aslında. Amarna Mektupları’nı Arkeofili‘den okuyabilirsiniz. Ve bazı tarihçiler işte bu tabletlere dayanarak tarih öncesi çağlarda insan gruplarının çok küçük topluluklar olduğu ve bunlar arasında savaşların çıkmadığı yönünde. Bana sorarsanız ki ben tarihçi falan değilim ama iki kardeş arasında bile miras bölüşürken kavga çıkabildiğini düşünürsek bu kesinlikle yanlış bir inanıştır.
Bazı tarihçilerse Çatalhöyük’ü örnek gösteriyor. Tarih öncesi çağlarda böyle kurulmuş şehirleri korumak için bir kaç yüzün üstünde elleri silah tutan insanların varlığından söz ediyor. Ki bana göre bu daha doğru, yani mantıklı diyelim. İnsan yaptığı şeyi her ne olursa olsun korumak ister, bazen yanı başındakinden bile. O zamanlar da eminim bazı insanlar “savaşa hayır !” diyorlardı, çok cılız çıksa bile bu ses.
Günümüze gelirsek…
Tarih boyunca İlk Çağ’dan yaşadığımız yüzyıla her gün değişen sebeplerle bir topluluk diğerine saldırmış. Bazen devletler arasında, bazen devletlerin içindeki milletler arasında, bazen daha verimli alanlara ulaşmak için… Bazen sırf bazı milletleri yaşadıkları baskıdan kurtarmak için! Hemen yanı başımızda Suriye’de yaşananlar gibi. Geçtiğimiz hafta da kendini tehdit eden bir gücün sınırına kadar girmesini engellemek için Rusya Ukrayna’yı işgal etmeye başladı. Ne bu tehdidi ortadan kaldırmaya çalışan Rusya, ne de topraklarını korumaya çalışan Ukrayna’yı suçlayabilirim. Sadece bu topraklarda bambaşka planları olan güçleri suçlayabilirim. Dikkat ederseniz bu suçlu bir devlet değil, olmadı bana göre hiç bir zaman da. Bu suçlu bir güç! Buna sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler bilimi başka başka isimler koysa da bana göre bu suçlunun adı Savaş Tanrısı!
Savaş Tanrısı‘na karşı Savaşa Hayır !

Öncelikle tam da bu başlıkla ilgili bir film önereceğim. Nicolas Cage’in başrolünde olduğu 2005 yapımı Lord of War filmini izlemeyen kaldıysa mutlaka izlesin. Savaşı, nedenleri, sonuçları, kazananları, kaybedenleri o kadar güzel anlatmıştı ki…
Kim di bu Savaş tanrısı? Zeus ve Hera’nın oğluydu o, Ares diyorlardı adına Yunan mitolojisinde. Romalılar Mars olarak tanıyordu onu. Afrodit’in sevgilisi, Barış Tanrısı Athena’nın tam zıddıydı o. Acımasızlığını Antik Çağ’ın Ozanı Ayshilos şöyle anlatıyordu;

“Bu masum kentin göklerinde,
Sayıklar gibi gürül gürül soluyor
Yakıp yıkıyor acımadan
Nesi varsa sevip saydığı insanların
Ares adlı bu acımasız tanrı!
Dehşet çığlıklarıyla doluyor sokaklar,
Asker askerin önünde düşüyor.
Bu dinmeyen bebek çığlıkları
Kan gölü sokaklardan geliyor!”
Bir mitolojik tanrı olan Ares’i mi yoksa karnı bir türlü doymayan günümüz savaş çığırtkanlarını mı anlatıyor şair? O zamanlardan bu zamanlara hiçbir şey değişmemiş. Bebek çığlıkları da aynı, sokaklardaki dehşet de. “Savaşa hayır!” demeyelim de ne yapalım sokaklar kan gölüne dönerken.
Ne acı Ares’i de Wikipedia‘nın sıraladığı onlarca savaş tanrılarını da günümüzde görmek. Ne acı o tanrıların hala var olduğunu ve maalesef var olacağını bilmek.
Savaşa Hayır ! Elbette!
Bizler ömrü cephelerde savaşarak geçmiş büyük bir komutanın izlerini taşıyoruz damarlarımızda. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan yürüyoruz. Tüm ömrünü doğduğu ülkenin topraklarını korumaya çalışmak ve maalesef neredeyse hükümdarı tarafından teslim edilen paramparça bir haritadan, Misak-ı Milli’yi doğurmak uğruna harcayan bir askerdi O.

Ve O öyle bir liderdi ki ömrü savaşmakla geçmesine rağmen bizlere tarihin sayfalarından şöyle seslenecek ve aslında “savaşa hayır!” diye haykıracaktı.
Atatürk’ün sözleriyle…
Önce savaşın tanımını yaptığı şu sözlere yer vermek istiyorum, iyice anlamak için. Aşağıdaki cümleler 15 Şubat 1924 tarihinde İzmir’de çıkmış Atatürk’ün ağzından. Bu cümleleri okurken lütfen savaşı ve sonuçlarını O’nun gibi iliklerine kadar yaşayan başka bir liderin olmadığını düşünün.
“Savaş, nihayet meydan savaşı sadece karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin bütün varlıklarıyla, bilim ve teknik alanındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle kısacası bütün maddi ve manevi güç ve nitelikleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. “
“Bu alanda, milletlerin gerçek güç ve kıymetleri ölçülür. Sonuçta yalnız maddi güçlerin değil, bütün güçlerin özellikle ahlaki ve kültürel gücün üstünlüğü kesinlikle ortaya çıkar. Bu sebeple meydan savaşında yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün maddi ve manevi varlığıyla yenilmiş sayılır.”
“Böyle bir sonucun ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Yok oluş sadece savaş alanındaki orduya ait olamaz. Aslında, ordunun mensup olduğu millet feci sonuçlara uğrar. Tarih, birtakım boş hayallerle, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların oyuncağı durumuna düşen istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı bu çeşit feci sonuçlarla doludur.”
Ve sonrasında Kurtuluş Savaşımız sürerken Adana’da çiftçilerle konuşurken ve tarihler 16 Mart 1923’ü gösterdiğinde şöyle söylüyordu, adeta ağzında “savaşa hayır” bir çığlık olup yükseliyordu.
“Derhal şu veya bu sebepler için ulusu harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir.“
Ve o büyük Atatürk, o tarih için yaptığı doğru tespitlerin yanısıra yaptığı anlaşmalarda da ne kadar büyük bir öngörüye sahip olduğunu gösteriyordu bize. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tüm maddeleri bugün yaşadığımız savaşta bizim için ne kadar değerli. Bir kez daha ve tekrar tekrar böyle bir lidere sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu yazmak istiyorum.
Ben de “savaşa hayır” diyorum.
Ben de tabii ki savaşın karşısındayım sebep ne olursa olsun. Nasıl anlatabilirim diye çok düşündüm. Önümde Mustafa Kemal’in miras sözleri varken ben ne söylesem eksik kalır.
Tam da böyle düşünürken büyük bir usta tercüman oldu hislerime. Bir savaş muhabiri Coşkun Aral aşağıdaki cümleleri çınlıyor kulaklarımda. Sonrasında da izlediğim ve mutlaka sizlere de önerdiğim “Silah Ticareti ve Savaşlar” videosu kalbimi yakıyor. Ve işte onun sözleriyle size veda ediyorum. Bir kez daha haykırıyorum “SAVAŞA HAYIR !”
“Avın ve avcının belli olmadığı bu kirli savaşta, çocuklar ve savaş deneyimi olmayan insanların karşı karşıya getirilmesi ne acı! Başka ülkelerden aldıkları destek ve vaatlerle bunun kararını veren savaş ağaları için insan hayatının hiçbir önemi yok. Kim olursa olsun…”
“Gerekçeler ne olursa olsun; ister inanç, ister ekonomik, ister intikam üzerine olsun, hiçbir savaş haklı değil benim için…”
0 Comments