Vazgeçilmezlik Üzerine
Bu kapalı salgın günlerinde belki de çoğumuzun yaptığı bol bol insanları izlemek ve düşünmek oldu. Aslında bakıyorum hafif depresif bir hal bu. Ne kadar yoğun olsanız da yalnızlaşmanın ve yalnızlaştırılmanın kötü yüzü diyebilirim. Belki de aşırı diyalogların bir bedelini ödüyoruz. Hayata bakışı, beklentileri, tasaları, ihtirası, sevgiyi, sevgisizliği, öncelikleri, değerleri, hayata verilenleri, alınamayanları, tutkuları, aldanmaları bir kez daha gözden geçirelim ruhundayken, yine dünyanın varoluş sözü, “unutma vazgeçilmez değilsin” oluyor… Düşündüm, vazgeçilmez olan tek olgum ‘kahve’ olmuş bugüne kadar, gerisi abartı ve dram. Bir dönem yazmaktan bile uzaklaşabilmiştim.
Nedense
hiç unutamayacağımızı ya da vazgeçemeyeceğimizi düşünürüz. Biraz da bu duygudan beslenmeyi seviyoruz. Biz ölümlüler kendimizi döngüsel biçimde tekrar etme peşindeyiz. O zaman güvende hissediyoruz belli ki. Ben de de durum aynı. “Şaşırt beni Dilek” diyorum ama yok hep aynı senaryo tekrar edip duruyor. Özgün ol, özgür ol her şeyden öte özel ol. Okyanusun tepe dalgasında savrulup durma bir o yana bir bu yana, aynılaşma, kendini farklı kıl, merak et, dinle, izle, derin mercanların rengine bir göz at.
Kahveye öyle bir anlam yüklemişim ki, eğer kazara öylesine bir yerde bir insanla içmişsem kahveyi, işte o zaman harcanmış hissediyorum zamanımı. Bu konuda o kadar kibirliyim ki benimle kahve içebilecek kadar önemsediğim, zamanımı ayırdığım insanlar belki de tapınmalı bana diye düşünüyorum herhalde! Evet dedim ya ruhum çoğaltıyor bu duyguları ve Nirvana da yaşıyor her bir detayı.
Sade Kahve
Ondandır;
sade yaşarım,
sade düşünürüm,
sade bakarım,
sade severim,
sadece
sade kahve içerim…
Gece rehaveti, okumaya çalışıyorum, okuyamıyorum, anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum;
belki kahve derken milyonuncuyu içtim. Her içtiğimde esrik ruhum (bu kelimeyi kullanmayı seviyorum, bana güzel bir esinti gibi geliyor) sakinleyeceğine daha da koşuyor…
Herkesle kahve içilmez

Kahve gerçek bir yalnızlıktır. Beraber kahve içtiğin kişi de yalnızlığını bozduğuna değmeli ya da yalnızlığını bozmayacak kadar senin ruhundan olmalı. Kahve bu kadar sevildiğini bilseydi adı AŞK olurdu belki, kahve yerine. Bağlanmak diyorum, korkunun tersine cesurca tutulmaktan söz ediyorum, tüm duyularınla farkına varmadan, belki kokusuna, belki doymuş haline… Ama yürekten, ama anlaşılamayan, muhtemel alışkanlıktan, kaypaklıktan eser olmayan. Yüreği dolduran, düzeni bozan aşkın bir coşkuyla…
Bazen hayat gibi, bazen yerini başka şeylerin almasına olanak tanımayan kaliteli bir zevk… Kalbin istirahat ettiği dakikalar, günün beklendiği o seçkin kısa bölüm, belki de amaç, kokusu lezzetinden önce ulaşan, ince narin fincanından yudumlarken, gözlerdeki o ışık, o ilk yudum sanki ilk göz göze gelme anı. Kokunun hazzından parlayan göz bebekleri. Sindirilen ahenk, sevgiyle kavrulmuş, alevde lezzet bulmuş o yürek.
Yudum Yudum
Her şeyi unutmaya hazır duruma geldiğiniz, gözlerinizi kapattığınız o bütünleşme, sanki dünyada yerinizi, huzurunuzu bulmuş, dingin…
Dudağın ucunda köpük, hayal ötesi. Adı üstünde sadece köpük… İlk karşılaşma anı, gerçek olamayacak kadar tanımsız. Hep hatırlanan asla ilk kelimelerin, temasın ve içine çekilen kokunun silinmediği, içini ısıtan, anlamsız biraz da safça…
İkinci yudum ve üçüncüsü. Artık tanıdığın, alıştığın ama yine de çok keyifli olan. Ara sıra sonu düşünüp ne olur bitme dediğin… O yuduma geldiğinde artık bittiğini bildiğin… Son bir kez daha içine çekip, belki de hücrelerine kazıdığın, o haz. Dudaklarında kalan lezzeti unutmamak için, daha son yuduma gelmeden belki de onu çok özlediğini bilerek…
telve
Ve o an geldiğinde, bir umut belki yarınımda da vardır diyerek, geleceğini aradığın karanlık acı telve.
Ama nafile
gitti biten,
gitti giden,
sözüm kahveye…
Ve fincanın dibinde kahveyi sevginizle pişirin denir ya, aşkla sunun sevdiğinize ve paylaşın hayallerinizi onların ruhuna ayna gibi bakarak, göreceksiniz kendinizi;

Belki her şey o bakmadığınız,
gözlerde,
anlamak için baktığınız,
göründüğü gibi değildir
o telve de…
Her zaman hayatla dost,
kahveyle kalın;
keşke demeden,
benimle değil,
tesadüftü deyip
karar vermeden…
Kahvenin Tadı
“Çoğu geceler tüm koyunları sayarsınız, sonunda kahvenin güvenli kollarına kendinizi bırakırsınız. Çok eskilerde bununla ilgili bir yazı okumuştum bir gazetede, hatırladığım kadarıyla şöyleydi:
Her kahve aynı tadı taşımaz. Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir.
Sahilde oturduğun rüzgârlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir. Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır.
Bir pazar öğle sonrası annenin “hadi bir kahve yap da içelim” dediği kahve huzurludur. Köpükler annenin göz bebeklerine yansır. Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir.
Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır. Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın, çıktığın an uyuya kalırsın, ferahlıktır!
Dostlarla içilen kahve neşedir. Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer. Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır. Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır…”

Kahve sen nelere kadirsin.
Sohbetlerin vazgeçilmezi,
kararların finalisin
ilişkilere masum rica,
bitiren kaçamak sebebi sensin
evliliklere başlangıç,
evliliklere son damlasın
uykusuzlara dayanak,
uyananlara amaçsın
sanırım
sen de benim gibi
herkes için
bir şeysin…
dilek/
Önerilen Yazı -> Kahve Molası
0 Comments