Kars Ani gezisi hakkındaki bu yazıyı yazarımız “Arpassus’ta İlk Yaz” ismiyle 1995 yılı Haziran ayında Ardahan’da kaleme almış. Ve şimdi sizlerle buluşuyor. Hem Arpassus Vadisi’ne hem de tarihe bir yolculuk yapacağız sevgili yazarımız Cüneyt Gültakın ile beraber. Daha önce de sevgili yazarımız Nalan Ağdaş’ın kaleme aldığı Kars; Doğunun Kültür Güneşi‘ni okumuştuk. Önce isterseniz Ani Harabeleri’ni UNESCO‘dan okuyabilirsiniz.
Arpassus’ta İlk Yaz
Doğu Anadolu’nun kuzeyinde, Ardahan-Kars platosunda ilkyaz bütün olağanüstülüğüyle mayıs ayının sonlarından itibaren kendisini gösterir. Dağlar, yaylalar yeşillenir, zengin çeşitliliğiyle çiçek tarlaları göz alabildiğine, ufuk çizgisine kadar uzar gider.
Otun böceğin üstü de kıpır kıpırdır. Kaz palazları sapsarı gemi gövdeleriyle danaların arasında salınır. Su birikintilerinde, çayırlarda bütün yavrular birbirine karışır. İnekler bol çiçek yediklerinden sütleri daha bir kokulu, daha bir yağlı olur. Arılar, Kanada gibi dünyanın sayılı çiçek alanlarından biri olan yörede ünlü ballarını yapar. Taylar, sıpalar, danalar, palazlar her yerde ilkyazın geldiğini bağıra bağıra herkese duyurur. Çiçek tarlaları arasında sessizce akıp giden soğuk sular, bembeyaz köpükleriyle arada bir sürpriz gibi karşınıza çıkıveren şelaleler bu ilkyaz coşkusuna katılır.
Ardahan-Kars Platosunun altından akıp giden Arpaçay ırmağı, Arpassus vadisinde en eski yerleşim yerlerinden biri olan Ani kentine bir sınır çizer. Ani, özellikle 9.- 13. Yüzyıllarda Doğu Anadolu tarihinde önemli rol oynayan bir kale-kenttir.
Surlar karşılamıştı bizi.
Kars Ani gezisi başlarken, kentin önüne geldiğimizde grubumuzu surlar karşılamıştı. Surların arkasında bizi bekleyen güzellikleri düşünmek oldukça heyecan vericiydi. Surların yapımı 10. yüzyılda başlamış. Başından birçok acı deneyim geçmesine karşın büyük bir bölümüyle hala ayakta duruyordu. Yıkılan bölümlerin restore edilmesine başlandığını surların önünde çalışan, taş kesen işçileri görünce anladık. Ani için hiçbir şey yapılmamış, denemezdi. Ama yapılabileceklerin binde biri değildi bunlar. Her şeyden önce turizm gelirleri düşünüldüğünde buraya bir havaalanı yapmak zorunluydu. Ani bu haliyle bile, çoğu çekik gözlü birçok turisti kendine çekiyordu.
Giriş kapısı iki kule arasındaydı. Bu kulelere yakın kuleler de vardı. Savunma amaçlı olacak kent girişinde sıklaştırılmıştı. Surları örmek için ağırlıkla kırmızı kesme taşları kullanmışlar. Kırmızı kesme taşların arasında gri ve siyah taşlar kimi kez gelişi güzel, kimi kez de desen oluşturacak biçimde konulmuştu.
Girişin büyük ve serin gölgesinde bir ara durdum. Kente, sanki bir zaman tünelinden geçerek giriyormuşum gibi geldi bana. Her zamanki engebeli arazi vardı karşımızda. Ama yüksek yapılar buranın bir köy olmadığını bin yıldır kanıtlıyordu. Kimileri kilise, kimisi cami ilçe ve köylerin arasından gelip bir Anadolu kentine ayak basmıştım artık.
Kentin yapıları
Kentin yapıları çoğunlukla merkezi kubbeli ve “bazalikal” planlıydı. Bazalikal sözcüğü, “kral salonu” anlamına geliyormuş. Kiliselerin büyük salonları için bu planı yeğlemişler. Halkın yaşadığı alçak evlerde de bu planı görüyoruz ve sonra bütün evlere dıştan baktığımızda da yıldız biçiminin oluştuğunu görüyoruz. Bu Ani’ye özgüdür.
Ani, daha birçok kazının yapılması gerektiği, surlar ve Arpaçay arasında kalan geniş bir sit alanı. Sokaklarının kaldırım taşları hala duruyor. Yolu bu taşlardan takip ediyoruz. Ayrıca yolun düzlüğü yürüyüşümüzü kolaylaştırıyor. Günümüzün tam donanımlı belediyelerinin başaramadığı bir iş bu.
Ani sokaklarında yürürken ılık bir ilkyaz güneşi eşlik ediyor bizlere, çiçek kokuları içinde birbirinden ilginç, görkemli yıkıntıları izliyorduk. Kırmızı gelincikler, sapsarı çiçek öbekleri, papatya orduları, mor mor açmış naneler, adını bilmediğimiz daha birçok ot, diken hepsi de yıkıntıları yol kenarlarını süslüyordu. Hepsi de kentin gizemli ıssızlığına kendi sessizliklerini ekliyordu. Ötücü kuşların şarkıları, uçuşmaları, havada süzülüp duran yırtıcı kuşlar ve yıkık, toprağa gömülü evlerin üstünde bizden kaçıp saklanmaya çalışan fareler artık bu kentin sakinleriydiler.
Kars Ani gezisi tarihi ile devam ediyor.
Ani, 1064’te Melikşah tarafından alınır. Kenti Şeddadilere vererek barış dönemi başlatırlar. Yine bu topraklarda bir Selçuklu taht çekişmesi olan Divin Savaşı gerçekleşir. Bir Ermeni kenti olmasının yanı sıra Ani, Selçuklu kenti de olmuştur. Selçuklu yapıları da ayrı bir öneme sahiptir. Selçukluların kenti yıkmaması, koruması, kendi yapılarıyla zenginleştirmesi ilgiye değer bir olgudur.
Kentin bazı kiliselerinde, cephe bölümlerinde Selçuklu izlerine rastlamaktayız. Yine kente eklenen camilerin sekizgen olması da kent mimarisi bilincinin yüksekliğini gösteriyor. Selçuklu yapıları arasında sekizgen bir örnek olan Ebu’l Muemmuran Camisi. 11. yüzyılda Alp Aslan adına yapılan Ulucami. Ayrıca kent hamamı, saray, kervansaray sayılabilir.
Kafasında önyargı taşımayan, kişiliğini oturtmuş biri için kilise ve camilerin yan yana oluşu bir güzel uyum, bir evrensel barış, bir gelecek özlemi yaratıyordu. Ani kenti, zamanında zorla ele geçirilmiş olsa da önümüzde uzayıp giden manzara insanı böyle düşündürüyordu. Anadolu için sık görülen bu durum geleceğin insancıl dünyasının bir önsözü gibi duruyordu.
Gerçekten de bu yüzyıllar, yani Ani’nin zamanları -20.yüzyılın provasını yaparcasına gelen Moğollara dek- insanlık adına ilginç gelişmelerin olduğu bir dönemdi. Suriye’de İlkçağ Yunan düşünürlerinin yapıtları Arapça’ya çevriliyor. Ayrıca Selçuklu medreselerinde, Mutezile gibi akılcı mezheplere varıncaya dek çok sesli bir eğitim yapıyorlardı. Belki tarihin en güzel Ortadoğusu olan bu dönem, insan ve bilgi adına hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Ani, kültürüyle bu uygarlığın, yani 11.- 12. yy. Ortadoğu’sunun bir parçasıydı. Öyle bir uygarlık ki içinde tıp, sosyoloji, mekanik, felsefe, edebiyat alanlarında büyük bir canlanmanın yaşandığı etkileyici bir dönemdi. İbn-i Sina ilk hocasının Hipokrat olduğunu belirttiği yapıtlarıyla, İbn- Rüşt akla ve kadına verdiği değerle, İbn-i Haldun bir Müslüman toplumun yönetilmesinin şeraiti esaslara dayandırılmasının gerekmediğini savunması ve sosyolojinin temelini atmasıyla, El Cezeri’nin mekanik pratikliğini robot yapımına dek ulaştırması ve sibernetik gibi bilgisayar kuramının temellerini atmasıyla çağlarının çok ötesindeydiler.
Geleceği gezer gibi oldum!
12, 21 sayıları çok ilginçtir. Birbirinin tersi olarak yazılırlar. Asıl ilginçlikleriyse akla, insana verilen değer açısından da bir terslik içinde bulunmalarıdır. İnsanlık tarihinde bu tür rastlantılar, ne yazık ki, az da değil. Aydınlanmayı kaçırmak elbette acı, ama aydınlanma bizlere uzak da değil. Kendi toprağımızın Hititlerden, Sümerlerden başlayarak uygarlığımızı bildikçe akla, insana yaslanan “bizden bir gelecek” hem de hep beraber kurmak ne kadar olası. Bütün yapacağımız iş geçmişin evrensel doğrularını hasat etmek, bunu üniversitelerle, vakıflarla, derneklerle yapmak… Barışın, kardeşliğin, dayanışmanın, biz’in resmi tarihini yaratmak…
İşte, Ani’yi gezerken tüm bu saydıklarımdan dolayı geleceği gezer gibi oldum. Kültür milliyetçiliğinin insancıllık içinde nasıl eriyip güzellikler döktüğüne tanık oldum. Bütün ansiklopedileri alıp yeniden yazmak, bütün öğretmenlerin yerine geçip hayat bilgisini yeniden anlatmak istedim.
Camilerin yanında kiliseler
Ani’de Arap ve Selçuklu izlerinden daha çok olmak üzere Bizans, Ermeni, Gürcü, Rus kültürleri özellikle kiliselerle kendisini göstermekte… Gerçekten de yapıların çoğu kilisedir. Ortaçağda bu tür yapıların toplumsal etkisi önemlidir kuşkusuz. Kiliseler, yüzlerce küçük evin arasında büyüklüğüyle dikkat çekiyordu. Uzaklardan görülen, işitilen çan önemli bir işaretti. Pazar günleri kent sakinleri en güzel giysileriyle burada buluşuyor. Çiftçi, esnaf özelliklerini unutup ortak, olumlu davranışlar sergiliyordu. Böylece insan güzellikleri, gençlik kendisini gösterme olanağı buluyordu. Her yönden okul görevinde, değerli yerlerdi kiliseler. Yapımına gösterilen özenin bir kaynağı da buydu.
Elbette bu yüzyıllarda kilise inşası bir olaydı. Zaman alsa da, maddi yük getirse de kiliseler kenti değiştiriyor, merkez yapıyordu. Taşların çıkarılması, kesilmesi, taşınması, tahta iskelelerin hazırlanması kentlere hareketlilik katıyordu. Uzak yerlerden gelen ustalar da kente ayrı bir canlılık getiriyordu. Kentler arası iletişimi, bilgi, görgü aktarımını böylece sağlıyorlardı.
Kars Ani Gezisi ile görebilecekleriniz
Ani kentindeki kiliselerin en büyüğü olan Katedral, 989 ile 1010 yılları arasında yapılmıştır. Üç kubbeli Katedral, en gösterişli yapıdır. Kubbe profilleri dört ayak üzerine oturtulmuş. İçini gezerken yüksek kubbe tavan, sütunlar insana bir hafiflik, bir ululuk hissettiriyor. Salonun başında bulunan yarım daire biçimindeki yerde, apsis de deniyor, bir sunak masası bulunuyormuş. Sonradan bu sahneye “koro” adını vermişler.
Duvarlardaki resimleri yüksek tavan altında, tatlı bir serinlikte izlemek keyifli bir işti. Tavanda kuş yuvaları vardı; merkezleri çürümüş olduğundan -hafif malzemeyle yapılmış olmasıyla- açılmış. Gökyüzünü görüyordunuz. İçinde en uzun kaldığımız, izlediğimiz, konuştuğumuz yapı burası oldu.
Google Street View ile, görselin içinde her yöne gezebilirsiniz.
Katedral’in girişi anlatılmaya değer. Bütün bir cephe işlenmişti. Taşların nakışları emeğin yüceliğini kanıtlar gibiydi. Kapının iki yanı sütundu. Üzerinde ince uzun pencereler vardı. Pencerelerin iki yanında kartal figürleri vardı. Katedral’in her cephesinde, ortada yuvarlak, küçük pencereler de vardı. Katedral 1319 depreminde hasar görmüş, Ayasofya’nın mimarı tarafından onarılmıştır. İslam egemenliğinde cami olarak varlığını sürdürmüş, günümüze dek ayakta kalmayı başarmıştır.
İlgiye değer başka bir yapı da Surp Gregor kilisesiydi, Katedral’den sonra izlediğimiz yol bizi ona götürüyordu. Kenar taşlarından eski bir yol olduğu anlaşılan izden ilerledik, Arpaçay’a doğru çiçek ve ot içinde kalmış basamaklardan kiliseye indik. Irmağa bakan güzel bir şatoydu sanki. İnsanın yaşamak isteyeceği yerlerdi. Bitiş tarihi 1215 imiş; duvarlarında hasarlı ama yine de olağanüstü freskler duruyordu. Resimlerin de tarihi binayla aynı.
Google Street View ile, görselin içinde her yöne gezebilirsiniz.
Kentte gezdiğimiz öteki kiliseler Havariler kilisesi, Küçük Manastır kilisesi, Keçeli kilise adlarındaydı. Surların dışında Çoban kilisesi de vardı. Hepsi de kubbeli tavanlarıyla, sekizgen ve bazalikal oluşlarıyla ortak özellikteydiler. Kentin camilerinin minareleri de ayaktaydı. Kiliselerin, camilerin ırmak manzaraları akıldan çıkmayacak kadar güzeldi. Irmak manzaralarının deniz kadar hoş olduğunu orada öğrenmiştim.
Kars Ani gezisi sona ererken…
Ani, her şey gibi, bir sona sahip… İki nedeni var bu sonun, biri Moğol saldırıları, öteki de doğanın bir saldırısı olan deprem. 14. yüzyıldan sonra buranın kalkınıp gelişmediğini, bir yerleşim merkezi olmadığını görüyoruz. Bizim için yirmi birinci yüzyılın başında bilinmeyen, gizemli bir yer olma özelliğinde. Ama binlerce yaşamın, serüvenin izleriyle yüklü, İpek Yolu üzerinde başkentlik yapmış bir yer burası. Zamanla ilgili bir tuhaflık hissederek geziyoruz. Belki bu yüzden; geçmişi, şimdiyi, geleceği sessizce karıştırıp duran kozmik bir zamanı duyabiliyorduk… Kafamızda binlerce olay, düşünce, duygu, görüntü dans edip duruyor…





Not: Fotoğraflar 1995 yılında Zenit marka fotoğraf makinesi ile benim tarafımdan çekilmiştir.
#KarsAnigezisi #Anigezisi #Arpassus #Aniharabeleri
0 Comments