Aynalı oda içindeki köpekler… Kendine dönmek ve yaşama bağlanmak için Kendimi Biliyorum serisinin dördüncü yazısı ve Cüneyt Gültakın


5 dakika


Aynalı oda içinde bizden başka kimler var? Köpekler var mesela. Kendimi Biliyorum serimizin dördüncü yazısındayız. Önceki yazılarımızı okuyup devam ederseniz buradan okumaya çok daha güzel olur sizler için.

Aynalı oda içindeki köpekler

Bize ne çok havlayan var böyle? Görünene göre kızmakta haklıyız. Nereye dönsek karşımıza bir tane daha çıkıyor. Biz hırladıkça onlar da hırlıyor, havladıkça onlar da havlıyor. Bir iş var bu işin içinde.  

Hiçbir şey göründüğü gibi değil, derler. Çoğumuz “gerçek” denen durumdan emin değiliz. İçinde bulunduğumuz oda benliklerimizin zihinsel aklı. Dışarda gerçek bir yaşam var oysa.

Bundan böyle ağlama, sızlama hakkımız yok. Dostlar arasında ya da sosyal medyalarda kınama mesajlarını sövgülere dönüştürmek de işe yaramaz. Tepkimizi dile getirmeyeceksek ne yapacağız, diyenlere yanıtım basit: Kendine dön. Aynalı odada havlamayı bırak ve bütün o köpeklerin aynı olduğunu fark et.

Dışarıdaki kaybolmuşluğumuz içimizin yansıması. Neredeyiz? Sevgi de barışta neredeyiz? Bu işi nerede, nasıl yapacağız? Çalışma alanımız uzak değil, en yakınımızda işe başlamalıyız. Artık Kendini Bilme’ye ihtiyacımız var. Önce durmaya, sonra kendini gözlemeye başlamanın zamanı geldi.

Dışardaki karmaşa içimizdeki düzenin oluşmasını engelliyor. Pahalılık, kıtlık, şiddet olayları çoğalırken bir yandan da bireysel çıldırmaların akla zarar sonuçlarıyla karşı karşıyayız. O kadar parçalanmışız ki gözümüzü kan bürümüş. Bir düşman olmadan var olmazmışız gibi geliyor. O kadar parçalanmışız ki bedenimiz bile bir arada duramıyor, hastalanıyor, yaralanıyor, ölüyoruz.

Yalınlaşmaya ihtiyacımız var. Benliklerimizi, egolarımızı kurban edeceğimize kendimizi kurban ediyoruz. İnsanın birliğine, barışına yüzümüzü dönmüyoruz. Birlik değil ikilik kazanıyor her zaman. Yüzlerce yıl önce Yunus ikilikten geçti, ama her birimiz ego tepecikleri olarak bütünün önünde saygıyla eğilmek ve sadece sevmek için tenezzül buyurmuyoruz. Evrendeki gücün şu anki bireysel varoluşumuz olduğunu sanıyoruz; oysa o güç bizi sonsuzca savurup duruyor. Görüşümüzü eğip büken kalın bir mercek var, ondan kurtulmanın yolunu vardır elbet.

Bütünden uzağa düştük!

Bütünden uzağa düştük. Acının kaynağı ayrılık. Beni senden ayıran ne varsa ayrılık. Yarattığımız bütün anlamlar ayrılık. Sadece sevdiğine ne verebilirsen, çevrendekilere de ayırmadan onu ver. İşte kısaca barış bu. Kiminle düşmansak onunla barışmak zorundayız. Sınırları yıkmakla işe başlamalıyız. Dostluklar başlatıldıktan sonra sorunları dürüstlükle konuşmaya başlayabiliriz. 

Barış dilimizden dökülen sözcüklerle gelir, uzatılan bir elle başlar, özveri ve dürüstlükle gelişir. İnanca ve ırka dayalı siyasi kışkırtmaların arkasındaki kapitalist canavarda meydan bulamaz. İçtenliğin, neşenin, kadim bilgeliğin ve bilimin kuşatıcılığında ilerleriz.

Sanata ihtiyacımız var. Sanat toplumsal kabalığımızın süpürgesi, içimizdeki bombaların emniyet kilidi... Bütün değerli yöneticiler, aydınlar, ermişler, peygamberler sanatla ilgilenmiş. Bir toplumdan inancın özünü ve bireyin kendini ifade etme biçimleri olan sporu, sanatı alırsanız, yerine açıkça şiddeti çağırırsınız. İnancın özü gidince, kalıplar vicdanı gölgeler ve inanç adına şiddet baş gösterir. İnanç adına kalıpların, biçimsel ritüellerin arkasında olumsuz benlikler kendilerini besler. Böyle toplumlarda sanat ve spor eleştirilir, dinsel işlerle şiddet olayları birer gösteriye dönüşür.

Bireyin ve toplumun gerçek yasaları egolarımızdan daha gerçek olduğu için sonuçlar bizi köşeye sıkıştıracaktır. Sayın çokbilmiş egolar insanın önünde eğilmedikçe acı başrolden çıkmayacaktır. Ego şeytanlarının insanın önünde secde etmesi bize bağlı… Kendini Bilme’ye bunun için ihtiyacımız var. 

Tarihten aynalar

Günlük yaşamda sevdiklerimizi ve kendimizi kırıp geçerken toplumsal boyutta daha büyük bedeller ödüyoruz. Piri Reis’in haritasını badanacıların altından çekip son anda kurtarıyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in çocukluk dönemi karalama defterlerini tozlu raflarda bırakıyoruz ama padişahın yemek takımlarını özenle parlatıp ışıklı ortamlarda sergilemekten gurur duyuyoruz. Bütün bu önemsiz gibi görünen seçimler bu gün şiddet faturaları olarak ödeniyor. Bilinçsiz seçimlerimizin ağır bedelleri hepimizi yoruyor.

Dağın başında kör bir adamın yüreğine ihtiyacımız var. Bozkırın, uçsuz denizin karşısında bir Anadolu ereninin gözlerine ihtiyacımız var. Aşık Veysel’in yalınlığını üzerimize almalıyız. Kendini bilme yolculuğuna çıkan Yunus’un yüreğine eklenmeliyiz. Hacı Bektaş gibi “her ne ararsan kendinde ara” demeliyiz. İnsan insanın aynasıdır, dilimizden akan zehir bizimdir. Çok mu zor bir insandan Veysel gibi Yunus gibi olmasını istemek? Bir şeyler yapmak için büyük iş adamı olmaya Bill Gates, Alon Mask olmaya gerek yok. O küçük etki alanımızdan başlamak yeter. Yeni bir yürek, yeni bir göz gerek. Ama, aynalı odada “öteki” köpeklere havlayıp duruyoruz inatla.

Arkanda kalsın o aynalı oda.

Kendine dokunamayan kimseye dokunamaz. Başkasına koşulsuz hizmet içsel bakışla başlar ve içsel uyum, barışla sürer. Temeli sağlam atmalı. Güçlü bir zemine basarak ilerlemeli. 

Artık aranızda dilinden zehir dökecek, uzatılan ele elini götürmeyecek olan var mı? Varsa ikilik de ayrılık da acı da var olacak. Oysa havlamama ve yansımaları fark etme hakkımız var. Artık dünyayı, ülkeyi dışarıdan kurtarmak, dışarının sokaklarına çıkmaktan önce, kendi içimize çıkma zamanı geldi. Elbette kendi içinde sağlam duran kişi dış dünyada yenilmez. İşte o zaman eylemler gerçek ve etkili sonuçlar getirir. Çık o aynalı odadan ve yaşama bağlan!

Sözün Sonu: 

Son olarak, benden bir şiir ile bitsin. Neyim Neredeyim.


Like it? Share with your friends!

Cüneyt Gültakın
Erdemsiz teknoloji ve konforun şımarttığı şu yeryüzünde her aradığını kendinde arayan, kimlikler kostümünü sahnede yeri geldiğinde giyinen bir kendini bilme yolcusu...

0 Comments

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Comments

comments

Powered by Facebook Comments