12 dakika

Köy Enstitüsü var bugün yazımızda. Daha doğrusu kurulduğu dönemde bütün dünya tarafından hayran kalınan bir eğitim modelinin, mezunlarının konu edildiği bir belgesel film bugün konumuz. Son Enstitülüler. Belgeseli, yapımcısı ve yönetmeni Çağatay Taşkın Yamen’in ağzından paylaşacağız sizlerle.

Bir çok okuyucumuz bu eğitim modeline hayranlığımızı yazdığımız yazılardan hatırlayacaktır. Köy Enstitüleri Yeniden Varoluş Hareketi, İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitüleri Mimarı, Fakir Baykurt Köy Enstitüsü’nden Edebiyata

Önce Çağatay Taşkın Yamen.

Çağatay Bey öncelikle sizi tanımak, tanıtmakla başlamak istiyorum. Çok yönlü bir eğitimcisiniz ve hatta hala eğitimler almaya da devam ediyorsunuz. Müzik var, belgeselcilik var, hatta gastronomi bile var. Biraz kendinizden ve yaptıklarınızdan bahseder misiniz?

“Ben Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisan 1972 tarihinde Kars’ın Susuz ilçesinde dünyaya geldim. Şimdi benim şöyle bir felsefem var: Üretiyorsam Yaşıyorum. Böyle bir mottom var diyebilirim. Sürekli üretmek ihtiyacı duyuyorum. Hep bir şeyler yapmak, hep yeni hedefler üzerinde çalışmak, yeni özellikler kazanmak…Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde okuyorum ben. Sosyoloji alanı da çok ilgimi çeken bir alandır. Yani aslında bu soru benim kendi yaşam felsefemi özetliyor, ÜRETİYORSAM YAŞIYORUM.”

Cılavuz Köy Enstitüsü

Karslısınız. Cılavuz Köy Enstitüsü sizin hayatınızda önemli bir yerde. Sizin için anlamını, büyüklerinizden dinlediklerinizle öğrenmek isterim.

“Cılavuz Köy Enstitüsü’nün gerçekten benim hayatımda önemli bir yeri var. Daha doğrusu bizim okuduğumuz lisenin öncesi bu enstitü. Daha sonra Öğretmen Okulu, sonrasında da Öğretmen Lisesi haline dönüşüyor. Öğretmen Lisesi formundan mezunum ben. Şimdi tabii Köy Enstitüsü’nün bizim aile için özel bir yeri var. Şöyle ki… Şimdi hazırlamış olduğum filmin içeriğinde de bu var zaten. İkinci Dünya Savaşı sıralarında dünyanın ve Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizden dolayı kıtlık döneminde bir dönem okula ihtiyaç, gıda, yiyecek gibi malzemelerin temininde sıkıntılar yaşanıyor. Yatılı okul, çocuklar var 700-800 tane öğrenci. O dönem bizim dedemiz de varlıklı bir insan. Bir ara okulu kapatmaktan bahsedilirken dedem buna izin vermiyor. Bir yıl boyunca okulun yeme, içme ve yakıtını karşılıyor. (Ve bize bunu hiçbir zaman kendisi anlatmadı. Biz başkalarından duyduk bu hikayeyi.) Dolayısıyla Cılavuz Köy Enstitüsü’nün bizim için ayrıca böyle bir önemi ve özelliği var.”

Son Enstitülüler Belgesel Filmi

Son Enstitülüler nasıl doğdu? Sosyal medyada takip ettiğim kadarıyla epey eskilere dayanıyor bu projeniz. Bu güzel hikayeyi sizden dinleyelim.

“Yaklaşık on yıl oldu ben bu belgeseli çekmeye başlayalı. İlk günden beri şu ana kadar çektiğim belgesel sürecinde röportaj yaptığım enstitü mezunlarının çoğu öteki dünyaya göçtüler ne yazık ki. Keşke olsalardı da bugün filmi beraber izleyebilseydik onlarla. Dediğim gibi bu belgesel filmin iki önemi var benim için. Birincisi dedemden gelen manevi miras, diğeri de eğitim. Ben Avrupa’da eğitim konusunda ciddi çalışmalar, araştırmalar yaptım. Dolayısıyla kıyaslama noktasında da epey bir argüman oluştu elimde. Eğitim meselelerine kafa yorduğum için Köy Enstitülerinin bu anlamda ne kadar kıymetli olduğunu da yaptığım o gezilerde, araştırmalar da bir kez daha görmüş oldum. Köy Enstitülerinin önemi daha çok artmış oldu benim için.”

Belgesel filminizin yolculuğu başladı ve Kocaeli’de güzel bir söyleşi ile galası yapılacak. Filmin ve tabii ki yapımcısı olarak sizin önümüzdeki programlarınızdan bahsetmek isterim. Tv programları, özel gösterimler, söyleşiler… Ne zaman, nerelerde çıkacaksınız karşımıza? Okuyucularımız merak edecektir.

“Şimdi önümüzdeki program içerisinde iki tane televizyon programı olacak. Biri haber kanalında konuk olacağım, diğeri de bir akşam programı olacak. Biri Fox TV, diğeri de Cem TV‘de. Sonra önümüzdeki günlerde 15 Nisan’da İstanbul, 16 Nisan Eskişehir ve 17 Nisan’da Bursa’da gösterimi olacak. Bunlar salon gösterimleri, yine söyleşilerimiz olacak. Çeşitli sivil toplum örgütleri ve belediyeler planlıyor bu gösterimleri.

24 Nisan’da da Kocaeli’de galasını yapıyor olacağız. Orada çok özel konuklarımız olacak. Film sürecinde bana çok destek olan Deniz Zeyrek, Fox TV Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk, yine meşhur Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez hocam sağ olsun o gün gala gösterimine katılacaklar. Onlar zaten filmin içerisinde de varlar, bana çok büyük destekleri de oldu.”

Köy Enstitüsü konuşalım, biraz da özlemle.

Köy Enstitüleri dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından 1940 yılında açıldı 1937’deki Eğitmen Kurslarını takiben. Ve o günden sonra Türkiye’ye neler kazandırdığını biliyoruz. O kadar çok isim var ki şimdi hepsini saygıyla anıyoruz. Bu enstitülerin açılma nedenlerini bir de sizin ağzınızdan dinleyelim.

Şimdi Cumhuriyet ilan edildikten sonra nüfusun yüzde sekseni köylerde yaşıyor. Ve imparatorluktan çıkmış bir ülkenin, köylüleri ve köyleri çok ciddi anlamda ihmal edilmiş. Hastalıktan, yokluktan kırılıyor. Yani Osmanlı’dan sonraki köylünün profilini çiziyorum. Bir de savaşlarla işte Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Balkan ve Kurtuluş Savaşı’nda Osmanlı’nın ciddi anlamda eğitimli, okumuş kesimi şehit oluyor. Dolayısıyla çok ciddi anlamda eğitimli insan, bilgi üreten, iş üreten insan açığı oluşuyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra bu açığın nasıl kapatılması gerektiği noktasında Alman Alfred Kühne Ve Amerikalı John Dewey’den bir rapor istiyor Atatürk. Nasıl bir eğitim planlaması yapılması gerektiği ile ilgili bu rapor. Onlar özetle kalkınmanın köyden başlaması gerektiğini söylüyorlar. Bunun üzerine basarak iş içinde eğitim, eğitim içinde iş modeli ile iş üreten bir eğitim modeli ile yola çıkılması gerektiğini anlatan bir rapor hazırlıyorlar.

İş içinde eğitim, eğitim içinde iş!

İşte tam olarak Köy Enstitüleri bu düşünce üzerine kuruluyor. Dolayısıyla iş içinde eğitim, eğitim içinde iş. Buralara okul demiyorlar bakın, enstitü demeleri bu anlamda zaten bir tesadüf değil. Kasıtlı olarak söylenmiş. Çünkü burada karşılıklı etkileşim var, öğrenci-öğretmen, öğretmen-öğrenci. Yani sürekli bir öğrenme süreci var.

Buradan mezun olan çocuk köyüne dönüyor. Ama bu arada bu okullarda okumanın ilk şartı köy çocuğu olmak. Köylerine dönen çocuklar bir çok anlamda donanımlı insanlar oluyorlar. Tarım alanında, hayvancılık alanında, bağcılık, meyvecilik, arıcılık, hayvancılık… Bir iğne nasıl yapılır hastaya, öğrenmiş oluyor. Ya da bir ineğe hastalık kontrolü nasıl yapılır? Marangozluk, demircilik, aklınıza gelebilecek bir çok özellikte donanımlı bir hale geliyor bu çocuklar. Ve köylerine gittiklerinde artık o köyün sağlıkçısı, öğretmeni, tarım uzmanı, baytarı, vesaire hepsi olmuş oluyor. Dolayısıyla o zaman çıkış noktasını bununla buluyorlar.”

Ne yazık ki 1954’te kapanıyorlar.

Tabii kapatılması çok üzücü. O konuda neler söyleyeceksiniz?

Şimdi kapanış sürecine gelince de şöyle bir olaydan bahsetmek gerekiyor. Köy Enstitüsü İngiliz Parlamentosu’nda konu oluyor. Zaten bu belgeselin içinde anlatılıyor, orada da karşılaşacaksınız bu söylemlerimle. Başbakan İngiliz Parlamentosu’na geliyor ve “Efendiler, bu okullar açık kalmaya devam ederse biz Türkiye üzerindeki hakimiyetimizi kaybedeceğiz.” diye bir açıklama yapıyor. Zaten ondan sonra II. Dünya Savaşı süreci, kıtlık dönemi, Rusya’nın biraz tehdit unsuru haline dönüşmesi ve Türkiye’nin yüzünü batıya dönmesiyle beraber Batı’nın yaptırımlarına biraz da boyun eğmek zorunda kalıyorlar açıkçası. İşte Marshall yardımlarının alınması o dönemler denk geliyor maalesef. Dolayısıyla bu içeriden yapılan bir etkiden ziyade dışarıdan bir elin içerdekileri örgütleyerek yavaş yavaş bu okulları kapanma sürecine götürüyor.

Çok detay var. Dediğim gibi bu konuştuklarımız filmin içeriğinde de var. Ama çok üzücü bir son bu. Ülkeye yapılmış en büyük ihanetlerden birisidir bu okulların kapatılması. Millilikten uzak diye addedilen bu okullar aslında en çok o dönemde milli olmuştur. Türküler ilk kez o okullarda söylenmiştir. Halk oyunları ilk kez o okullarda sergilenmiştir. Yerli kültürler en çok ve ilk kez bu okullarda yer almıştır. Dolayısıyla bu çok planlı bir süreçtir bu okulların kapanması. Ne yazık ki 1954 yılında da sonlanmıştır.”

Köy Enstitüsü yeniden doğabilir mi?

Peki yeniden böyle bir proje doğabilir mi? Ya da gelişen teknoloji ile birlikte düşünürsek nasıl bir şekle bürünerek yeniden var olabilir? Bir hayaliniz vardır bu yeniden doğuşla alakalı.

Bu Köy Enstitüsü modeli günümüzde uyarlamak, eğitim modelleri içinde kullanmak mümkün. Ama nasıl mümkün? Güncelleyerek. Günümüz teknolojisine, insan yeteneğine, bilgisine, algısına göre yeniden planlamak gerekiyor. Olmayacak bir şey değil. Aslına bakarsan, dünyada buna benzer modeller var. Gerçek anlamda öğrenmenin; yaparak, yaşayarak öğrenme şekli olduğunu biz eğitimciler biliriz. Yani bir şeyi yaptığınız zaman öğrenirsiniz, bakarsanız hatırlarsınız. Dolayısıyla oradaki mantık bu. İşin özü toprağı, çocuğu, öğrenciyi hayatın kendisiyle buluşturmak çok önemli. Asıl öğrenme süreçleri doğanın kendisinde.”

Ve siz bir öğretmensiniz, eğitimi de konuşalım.

Siz bir müzik öğretmenisiniz ve görüyoruz ki yurtdışında da yaptığınız araştırmalarla kendinize çok değerli özellikler katmışsınız. Eğitim sistemimiz içinde nelerin eksik olduğunu ya da nelere daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Öncelikle eğitimin amacı doğru insan yetiştirmektir. Yani doğru insan yetiştirmek olmalı. Bizde tek tip insan yetiştirme üzerine bir kurgu ilerliyor. Yani siz aynı matematik sorusunu her çocuğa soruyorsunuz. Her yerde, her sınavda atıyorum üniversite ya da lise geçiş sınavı, ortaokul neyse bu sınava giren çocuklar Türkiye’nin en ücra köşesindeki de aynı soruları cevaplandırıyor, İstanbul’un en lüks semtindeki aynı soruları. Dolayısıyla burada bir çelişki oluşuyor, daha doğrusu çocuklar arasında bir uçurum yaratıyor. Çocuklar üzerinde benim doğru bulduğum yöntem şöyle. Çocuğun ilgi alanına göre, becerisine ve zeka şekline, çeşitliliğine göre çocuklara eğitim planı uygulanmalıdır. Mesela otizmli çocukları biliriz az çok. Bu çocukların problemli sayılarak kenara itildiğini görüyoruz dünyada. Ama onlar içinden çok enteresan çocuklar çıktığını görüyoruz. Çok ileri derecede yetenekli, becerikli çocuklar, insanlar olduklarını görüyoruz biz. Eğitimi biraz kişinin özelliklerine göre planlamak gerekir. Bence aileler de bu konuda böyle düşünmeli.

Okulların kapılarına bakın!

Eğitim sistemi ve sınav sistemi değiştikçe görüyorum ki beşeri derslere yeterince önem verilmiyor. Sanki müzik, resim, felsefe biraz geri planda kaldı. Hatta artık bazen önemsiz de görülüyor. Siz de bir müzik öğretmenisiniz, buradan bizim aracılığımızla ebeveynlere nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Okulların kapılarına baktığınız zaman, kapıların iç kısımlarının aşındığını görürsünüz. Çünkü çocuklar sınıftan dışarıya çıkmak için kapıları aşındırıyorlar. Sınıftan içeri girmek için can atmıyorlar. Böyle enteresan bir tespittir bu.

Okulu sevmiyor çocuklar. Derste olmayı sevdiremiyorlar. Bu yeni bir mesele değil. Ama ne yazık ki bu evvelden beri devam edip gelen bir şey. Veliler de böyle bakmalı. Benim de iki tane kızım var. Onlar da büyüdüler, okudular… Ben çocuklarıma ille de tıp fakültesi ya da hukuk okuyacaksınız baskısı yapmadım. Onlar nasıl istedilerse, neye heves ettilerse, neyi sevdilerse o alana yöneldiler. Ve o alanda okudular, okuyorlar.”

Bize konuk olduğunuz için teşekkür ederiz.

Sonraki projelerinizi de çok merak ediyoruz. Bunlardan da bahseder misiniz?

Ben de o kadar çok proje var ki…Gerçekten hangi birini söyleyeyim, bilmiyorum. Yine belgesel olarak son zamanlarda çekmeye başladığım iki proje var. Birisi Anadolu’nun bir yerlerinde yaşayan çok orijinal insanlar var. O insanların hikayelerini çekmeye başladım. Çeşme’de yaşayan yaşlı bir adam var, küçük renkli taşlar toplayarak onlardan tablolar yapıyor mesela. Mesela önümdeki planlardan biri O’nu çekmek.

Sonra tarihi kentler var. Özellikle arka planda kalmış, çok bilinmeyen… Mesela geçtiğimiz kış İasos ve Euromos’u çektik bir grup arkadaşla. Hatta Fransız profesörle kazı başkanı bize rehberlik etti, anlattı.

Başka bir proje daha var. Türkiye’de daha önceden yaşayan etnik ve dini kökeni farklı olan toplumların izlerini sürmeye başladık. Mesela Rumlar. Kars’ta yaşayan Rumların izini sürmeye, onlarla ilgili kitapları okumaya başladım.

Müzikal anlamda hiçbir zaman bitmeyen çalışmalarım olur, sürekli devam eder. Hep bir korom olur. Şimdi bir öğretmenler koromuz var. 23 Nisan’da Derince’de güzel bir etkinliğimiz olacak. Sizi de davet etmiş olayım.”

Son olarak 17 Nisan tarihi hem Köy Enstitülerinin kuruluş günü hem de sizin doğum gününüz. Bu günden her ikisini de kutlamış olalım. Filminize bol izleyiciler, size de daha nice uzun üretken mutlu yıllar dileyelim. Ve öncelikle sizi , son enstitülüler belgeselini konuk etmekten duyduğumuz mutluluğu belirteyim. Çok teşekkür ederiz. Daha sonraki günlerde yeni çalışmalarınızı mesela gastronomi projelerinizi de öğrenmek ve okuyucularımızla paylaşmak isteriz. Sizin son olarak eklemek istedikleriniz varsa, memnuniyetle okuyucularımıza iletiriz.

İlginize ve dileklerinize teşekkür ederim. Okuyucularınız belgesel filmimizle ilgili süreci Son Enstitülüler sayfamızdan takip edebilirler. Tabii buradan herkesi filmimizi izlemeye, özel gösterimlerimizdeki söyleşilerimize katılmaya davet ediyorum. Son olarak da mottomu tekrar etmek istiyorum; Üretiyorsam yaşıyorum.”

#SonEnstitülüler #KöyEnstitüsü #ÇağatayTaşkınYamen


Like it? Share with your friends!

Figen DEMİRTAŞ
Sayılardan ve ünvanlarından sıyrılmış bir emekçi. Hayatın her daim öğrencisi. Kadın, anne ve yazmaya sevdalı bir hayalperest.

0 Comments

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Comments

comments

Powered by Facebook Comments