Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu / Kendimi Biliyorum 1

0
846
Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu Kendimi Biliyorum 1
Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu Kendimi Biliyorum 1

Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu adıyla başlıyor Kendimi Biliyorum yazı dizisine Cüneyt Gültakın. Kendini bilme yolculuğunda ilk adım; olduğun yeri bilmek.


2 dakika


Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu yeni yazı dizimizin ilk başlığı. Işık İnsanları Luvilerler ile merhaba demiştim size. Ve sonrasında Ateş ve Onun Yarattığı Kaos gelmişti. Ve şimdi de Kendini Bilme yolculuğumuz başlıyor.

Kendimi Biliyorum

Yazı dizisine başlarken….

Ne bir din, ne bir mezhep, ne bir tasavvuf; ne sadece felsefe, ne sadece kişisel gelişim. Biz “Kendini Bilme” için çalışıyoruz. Kaynağını kadim bilgelikten alan, günümüz bilgileriyle harmanlanan bir ruhsal farkındalık çalışması yapıyoruz. Bu çalışma yeni fikirler içeriyor, şimdiye kadarki eğitimlerimizi dışarıda başarılı olmak, dışarıdan kendimizi korumak adına alıyorduk; yeni eğitimimiz içsel bir eğitim. 

Birey olarak kendini tanımanın ötesinde varoluş olarak insanın ne olduğuna dayanan, içsel uyumu ve özgürlüğü yakalama çalışıyoruz. Bize Antik Çağ’ın bilgeleri, Orta Çağ’ın sufileri ve de günümüz bilimi yol gösteriyor. İnsanı hiçbir ayrım gözetmeksizin, bir bilinç varlığı olarak ele alıyoruz. Biz sentez ustasıyız.

Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu

Kendimizi bildiğimizi sanıyoruz, ama size kötü haberim var: Bizler “derya içre olup deryayı bilmeyen” balıklarız. Kendimi biliyorum demek; farkındalık, bilinç ister, dikkat ve çaba gerektirir. Çoğumuz kendi gerçeğimizle yüzleşmek de istemeyiz. Sonra da suçlamaya hakkımız varmış gibi mangalda kül bırakmayız. 

Balık olabiliriz ama bir derya var mı, kimse emin değil. Belki büyük bir akvaryumdayız, çeperleri bilincimizle belirlenmiş. Çoğu zaman kendimizi engin sularda cenk peşinde bir kahraman sanıyoruz. Oysa bir avuç suda birbirimizi boğmaya çalışıyoruz.

Bencilce davranıp sonra şikâyet eden garip varlıklarız; deryayı bilmeyenler.

Çelişkimizi görmeme konusunda da tam bir ustayız. Şikâyet ettiğimiz her şeyin şu ya da bu oranda kendimizde de olduğuna inanmaz, inançla kendimizi savunuruz. İşimizin düştüğü kişilere sevgi gösterisi yapar, başkalarına sevgi göstermeyiz; ama sevgisizlikten söz ederiz. Zararlı beslenir, sonra hastalıklardan yakınırız. Kabaca sahip olma ve yönetme güdümüz vardır; ancak müdürümüze, patronumuza, devleti yönetenlere atıp tutarız. Özel hayatın dokunulmazlığından söz eder, sonra odalarımızın fotoğrafını tek tek çeker resmi ya da özel internet sitelerine yükler, ifşa ederiz. Kısacası yaşamımız çelişkiler yumağının yuvarlanışından ibarettir.

Aklı başında, gözlemci bir “ben” ile dönüp düşlediğimiz, söylediğimiz, yazıp çizdiğimiz, paylaştığımız şeylere bakarsak çoğunun kuru hayal, negatif ve taraflı olduğunu görürüz. Haber dinleme merakımız, aynı bilgileri gazetelerde tekrar okumamız, hepsi sözde toplumsal duyarlılığımızı göstermek için değil mi? Altına sığındığımız koca kavramların arkasına neler sakladığımızı itiraf etmenin zamanı gelmedi mi? Kendimize yapılan damgalamayı başkasına göz göre göre yapmıyor muyuz? Daha hangi ütopyanın, parıltılı sözlerin perdeleri arasında kaybolacağız? Ötekini küçümseyerek neye yer açıyoruz? Ne yazık ki daha çelişkilerimizin bile farkında değiliz: en yakınlarımızın kalbini kırıp dünyayı kardeşçe paylaşmaktan söz edenleriz. Yalnızca kendi çıkarlarımıza odaklanmışken kimse bizi görmüyor diye düşünenleriz. Ülkede demokrasi için savaşırken parti, sendika, sivil örgütlerde her türlü üçkâğıdı oynayanlarız. Eleştirdiklerimiz kendimizden başkası değil.

Ağzından çıkanı kulağın duysun, derler bazen.

Aslında herkes en önce kendisine konuşur. Sürekli kendi dilimizle uyarılırız, çok açık mesajlar bırakılır. Kelimelerimizle bir kutup yaratır, dengelesin diye gizli sistemi çalıştırırız. Dilinde çok sevgi varsa evrensel düzen seni paraya, maddeye secde ettirir. Sıkıysa konuş, yok yok, aman büyük konuşma!

Her işte bir hayır var, derler.

Seçimlerimiz, dilimiz başımıza işler açar. Dengede değilsek, bir kutba savrulmuşsak ortaya çekilme işi başlar ya da dengedeyken kötü bir laf ettiysek uygun bir zamanda o iş başımıza gelir. Gelene direnç oluşturmadan dengeyle ve dengedeyken olumlu olarak ilerlemek gerekiyor. Bu lafları saçma buluyorsan kendini çok akıllı kabul etmiş olarak bir kutba yerleştiğini de fark etmiyorsundur. Ve bence sıkı dur, sınavın kapıda çünkü.

Gerçek apaçık ortada, aynı kalitede çeşitli tiplere bölünmüş kişileriz.

Hepimiz benzer standartlardayız, ama markalarımız değişik. Hadi açık açık söyleyelim, herkes demokrat görünümlü faşist değil mi? İçimizdeki faşizmi sorgulamadıkça ona buna şöyle görünmek aptallık değil mi? Oysa markaları tartışmak, düşünce çeşitlerimizi sorgulamak yerine standartlarımızı, düşünce kalitemizi yükseltmeliyiz. Artık bu coğrafyanın yalnızca kendi çıkarlarına duyarlı insanların kuru gürültüsünden, eskimiş siyasi bilgilerinden, pörsümüş egolarından kurtulması gerek.

İkiyüzlülüğümüzü aşmamız, esenliğe kavuşmamız için kendimize nesnel bakmamız gerekir. Bu çarpık durumumuzla nesnel gözlem yapamayız ve bir kılavuza, bir çalışma grubuna gerek duyarız. Kadim gelenekte çeşitli okullar, manastırlar, dergâhlar bu yüzden oluşturulmuş. 20. Yüzyılda Gurdjieff 4. Yol okulunu bu yüzden kurmuş. Çağdaş insan tipine, Batılı zihinlere anlatmaya koyulmuş. Onun öğrencisi psikolog Nicoll de bilimsel yaklaşımla çalışmayı yorumlamış. Elbette çalışma düşünceleriyle Nicoll’ün yorumlarını okuyarak tanışabilirsiniz; ama uygulama ve eyleme dönüştürmeniz birkaç yılınızı daha alır.

Deryayı bilmeyenler dönüşmeli.

Büyük bir bilgi bizi bekliyor, büyük bir dönüşüm. Bizi bir üst basamağa taşıyacak yeni deneyimler bekliyor. Uykunun benlikleri yeniden ve gelenden rahatsız oluyor, bizi eskide tutmaya çalışıyor. Eskide kalmak, alışılmış olanı sürdürmek benlikler için iyi. Ama varlığımızın, tekâmül yolculuğumuzun gerekleri, benliklerin umurunda değil. Onlar Kendini Bilme çalışmasıyla küçülüp yok olacaklarını da biliyor. 

İçimizi dolduran benliklerin tek derdi bedenin enerjisini bilinçli parçamızdan önce kapmak. Onların günlük seçimleri gelecekteki acılarımızı tohumluyor. Bu gidişe özümüz razı değil. Bilinçli parçamızdan bir gözlemci ben çıkarıp onu kalıcı kılmamız gerekiyor. Bugüne kadar hep dışımızda egemen olmak için eğitim aldık, şimdi içimizde egemen olma zamanıdır. Yeni ve büyük bir bilgi bizi bekliyor: Kendini Bilme denen ve yarınlarda daha da çok duyacağımız bilgiler…


Editörün Notu:

Kendini Bilme yolculuğunda bizi aydınlatacak olan Cüneyt Gültakın’ın yazı dizisi Deryayı Bilmeyenler Akvaryumu ile başladı. Kendini Bilme Kadim Bir Sevda Masalı diyor yazarımız. Bundan sonraki yazılarını merakla bekliyoruz.

Facebook Yorumları

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz